Hicri Yılbaşı (Muharrem Ayı) ve Yevm-i Aşura

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
0
Muharrem ayı hem İslam gelmeden önce hem de İslam geldikten sonra hep önemli olan aylardan biridir. Muharrem, Hicri takvimin ilk ayıdır. Sami dinlerde ve Yüce Dinimiz İslam’da özel bir yere sahip olan Aşure günü muharrem ayı içerisindedir. Sözlükte “haram kılınan, yasaklanan kutsal olan, saygı duyulan” anlamlarına gelen Muharrem, savaşmanın haram kabul edildiği dört aydan biridir.

أفْضَلُ الصِّيَامِ بَعْدَ رَمَضَانَ شَهْرُ اللّهِ الْمُحَرَّمُ، وَأفْضَلُ الصلاة بَعْدَ الْمُكْتُوبَةِ صلاة اللَّيْلِ

“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar /  Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”

25 Aralık 2014 – 1 Muharrem tarihi itibariyle İslam Alemi hicri 1436 yılına girdi.

Her dinin, milletin kutsal veya diğer zaman dilimlerinden farklı kabul ettiği kendine özgü belirli gün ya da ayları  vardır. Yüce Dinimiz İslâm’da da bu tür gün, gece ve aylar mevcuttur. Şüphesiz insan için en değerli mefhumlardan birisi zamandır. Çünkü her şey zaman içinde var olmakta, gelişmekte ve yine zaman içinde yok olmaktadır. İnsan hayatında önemli bir yere sahip olan ilim, amel, servet ve diğer bir çok değer, zaman içinde elde edilebilmektedir. Zamanı, gerektiği şekilde değerlendirebilenler hem dünyada hem de âhirette huzuru yakalayacaklardır. Zira Kur’an-ı Kerim’de zamanın öneminin bir sûre ile vurgulanması gerçekten anlamlıdır:

  إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ وَالْعَصْر ِ   Andolsun  asra ki insan gerçekten ziyan içindedir…” (Asr, 103/1)

نِعْمَتَانِ مَغْبُونٌ فِيهِمَا كَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ: الصِّحَةُ وَالْفَرَاغُ

 “İki nimet vardır ki insanların çoğu bunların değerinden habersizdirler. Bunlar sağlık ve boş zamandır.” ( Buhâri, Rikâk, 1; VII, 170) buyurmak suretiyle zamanın ve sağlığın önemine dikkat çekmiştir.

اِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِنْدَ اللّٰهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا فى كِتَابِ اللّٰهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ مِنْهَا اَرْبَعَةٌ حُرُمٌ ذٰلِكَ الدّينُ الْقَيِّمُ فَلَا تَظْلِمُوا فيهِنَّ اَنْفُسَكُمْ

 “Şüphesiz, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin.” (Tevbe, 9/36)

“Haram aylar” Cahiliye devri uygulamasına göre, hürmet edilmesi gereken, savaş yapılması ve kan dökülmesi yasak olan Kameri aylar demektir. “Haram aylar” nitelemesinin, bu aylarda yapılacak ibadetlere daha çok sevap, günahlara ise daha çok ceza verilecek olmasına dayandığı da ifade edilmiştir. Bu aylardan Muharrem birinci, Recep yedinci,   Zilkade on birinci ve  Zilhicce de on ikinci aydır.

Haram aylar” içinde Muharrem ayının ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu ayrıcalığı “Muharrem”adından da fark etmek mümkündür. Zira “muharrem” kelimesi, “haram kılınmış”, “hürmete layık” anlamlarına gelmektedir.

Bu dört ayın hürmeti öteden beri süre gelen dini bir uygulamadır. Hz.İbrahim  ve İsmail  (a.s.) zamanından beri Araplar bu esasa riayet ede gelmişlerdi.

Tarihi süreç içerisinde Hz. Nuh peygamberle başlayıp İbrahim ve İsmail ile devam etmiş ehli kitap dediğimiz Yahudi ve Hıristiyanlar için ve ayrıca cahiliye toplumu için önemli bir yere sahip olmuş ve mukaddes kabul edilmiş, haram aylarda savaş yapılmamış, barış zamanı olmuştur.

MUHARREM AYININ ÖNEMİ

  1. Hicret bu ayda neticelenmiştir
  2. Hicri/kameri takvimin başlangıcıdır
  3. İbadetlerdeki zaman mefhumu kameri takvime göre ayarlanmaktadır.
  4. Meydana gelen bir çok olay tarihin akışını değiştirmiştir.
  5. Aşura orucu önemlidir.
  6. Aşure tatlısı insanları birbirine bağlamaktadır

İslam’ın zuhurundan sonra da Muharrem ayı, dini, sosyal ve tarihi önemi haiz olaylara sahne olmuştur.  Hicret ve hicri takvim, aşura ve kerbela. Bu durum Muharrem ayını, İslam kültürü açısından daha da ön plana çıkarmaktadır.

Muharrem ayı Müslümanların takvim başlangıcı, hicri yılbaşıdır. Rasul-i Ekrem (sav) Efendimiz miladi 622 yılında Mekkeden medineye hicretini esas alan Hicri takvim: ayın hareketleri esas almakta olup 12 ay ve 355 gündür. İslamiyet’ten önce, önemli olaylar tarih başlangıcı olarak kabul edilirdi. Bu durun karışıklıklara sebep olurdu.

Hz. Ömer’in halifeliği döneminde hicretin 16. yılında Miladi 638 yılında Medine’de bir meclis toplanır. Hz. Ali’nin (r.a.) teklifi ve mecliste bulunanların kabulü ile Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Mekke’den Medine’ye hicreti, İslâm tarihinin (hicri takvimin) başlangıcı ve muharrem ayının da bu yılın ilk ayı olması kararlaştırılır.

İslam dininde zamana bağlı ibadetlerin kameri takvime göre belirlenmesi hicri takvimin önemini artırmıştır. Ramazan, kurban, hac, mübarek zamanlar, zekat, kefaretler hep bu esasa göre yerine getirilmektedir.

Âşura Gününde ilk akla gelen ibadet oruç tutmaktır.

Muharrem ayı ve Âşura Günü, Ehl-i Kitap olan Hıristiyan, Yahudi ve İslam öncesi Cahiliye Arapları tarafından mukaddes kabul ediliyor ve oruç tutuluyordu. İslam’da da oruç ibadeti farz kılınmadan önce İbrahim’i bir ibadet olarak aşure gününde oruç tutuluyordu.

قَدِمَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَة فَرَأى الْيَهُودَ تَصُومُ يَوْمَ عَاشُورَاءَ فَقَالَ: مَا هَذَا؟ قَالُوا يَوْمٌ صَالِحٌ نَجَّى اللّهُ تَعَالَى فِيهِ بَنِى إِسْرَائِيلَ مِنْ عَدُوِّهِمْ فَصَامَهُ مُوسَى. فَقَالَ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَنَا أَحَقُّ بِمُوسَى مِنْكُمْ فَصَامَهُ وَأمَرِ بِصِيَامِهِ

İbni Abbas’ın şöyle değdiği rivayet edilmiştir: “Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde Yahudilerin Aşûre günü oruç tuttuklarını gördü. “Bu nedir (niçin oruç tutuyorsunuz)?” diye sordu. “Bu hayırlı bir gündür. Bu, Allah’ın İsrail oğullarını düşmanlarından kurtardığı, bu sebeple de Musa’nın oruç tuttuğu gündür” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.)“Ben Musa’ya sizden daha layığım” buyurdu ve hem kendisi bu günde oruç tuttu, hem de başkalarına oruç tutmalarını emretti.” (Buhari,Savm, 69; II, 251)

Hz. Peygamber Aşûre günü oruç tutmayı teşvik etmiş ve Bu oruç, büyük günahlardan kaçınmak şartıyla bir yıl boyunca işlenen küçük günahlara keffâret olacağını bildirmiştir.

صِيَامُ يَوْمِ عَاشُورَاءَ اَنِّى اَحْتَسِبُ عَلَى اللّٰهِ اَنْ يُكَفِّرَ السَّنَةَ الَّتِى قَبْلَهَا

 “Aşûre günün orucunun, bir önceki yılın günahlarına keffaret olmasını Allah’tan umarım” (Tirmizi,Savm,48; III, 126)

Aşûre günü oruç tutulması uygulaması, Ramazan orucunun farz kılınmasına kadar devam etmiştir.

يَا اَيُّهَا الَّذينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

 “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç sizden öncekilere olduğu gibi oruç size de farz kılındı.” (Bakara, 2/183) âyeti inince Aşûre orucu isteğe bağlı hale geldi.

Hz. Aişe’den  (r.anha) rivayet edildiğine göre:

كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اَمَرَ بِصِيَامِ يَوْمِ عَاشُورَاءَ فَلَمَّا فَرَضَ رَمَضَانُ كَانَ مَنْ شَاءَ صَامَ وَ مَنْ شَاءَ اَفْطَرَ

 “Resülullah (s.a.v.) Aşûre günü oruç tutulmasını emretti. Ramazan orucu farz kılınınca, dileyen Aşûre günü oruç tuttu, dileyen tutmadı.” (Buhari, Savm, 69; II, 250)

Hz. Aişe’den gelen diğer rivayet de şöyledir: “Ramazan orucu farz kılınmadan önce (Kureyşliler) Aşûre günü oruç tutarlardı. Aşûre günü, Kabe’nin örtüsünün değiştirildiği gündü. Allah Teâla Ramazan orucunu farz kılınca Resülullah (s.a.v.) ‘Dileyen Aşûre günü oruç tutsun, tutmak istemeyen de tutmasın’ dedi.” (Ahmed, VI, 244)

Böylece Âşura orucu sünnet bir oruç olarak kalmış oldu.

Gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam Âşura Gününe denk getirmemek için, Hz. Peygamber (s.a.v.) Muharrem ayının 9,10 ve 11. günlerinde oruç tutmayı ashabına tavsiye etmiştir.

حِينَ  صَامَ رَسُولُ اِلله يَوْمَ عَاشُورَاءَ وَ اَمَرَ بِصِيَامِهِ قَالُوا يَا رَسُولَ اِلله اِنَّهُ يَوْمٌ تُعَظِّمُهُ الْيَهُودُ وَالنَّصَارَى فَقَالَ رَسُولُ الِله صَلَّى اُلُله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَاِذَا كَانَ الْعَامُ الْمُقْبِلُ اِنْ شَاءَ الله صُمْنَا اِلَى يَوْمِ التَّاسِعِ قَالَ فَلَمْ يَاْتِ الْعَامَ الْمُقْبِلِ حَتّٰى تُوُفِّىَ رَسُولُ الله  صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

 “Resülullah (s.a.v.) Aşûre günü oruç tutunca kendisine; “Ey Allah’ın Resulü, bu gün, Yahudilerin ve Hıristiyanların hürmet gösterdikleri bir gündür” dediler. Bunun üzerine Resülullah “Gelecek yıl inşallah muharremin dokuzuncu gününde de oruç tutacağız” dedi. Ertesi yıla ulaşmadan Resulullah vefat etti.” (Müslim, Sıyâm,133; I, 797-798)

اَفْضَلُ الصِّيَامِ بَعْدَ رَمَضَانَ شَهْرُ الله الْمُحَرَّمُ وَ اَفْضَلُ الصَّلاةِ بَعْدَ الْفَرِيضَةِ صَلاةُ اللَّيْلِ

Ramazan ayından sonra tutulan oruçların en hayırlısı, Allah’a izafetle (Allah’ın ayı denilerek) şereflendirilen Muharrem ayında tutulan oruçtur. Farz namazlardan sonra en faziletli namaz ise geceleyin kılınan namazdır.” (Müslim, Sıyâm, 202; I, 821)

Bu günde oruçtan başka hayır, hasenat ve sadaka gibi güzel âdetlerin de yaşatılması isabetli ve yerinde olacaktır. Peygamberimiz, mü’minin aile efradına Âşura Gününde her zamankinden daha çok ikramda bulunmasını tavsiye etmiştir.

Bîr hadiste şöyle buyurular: “Her kim Aşura Gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder.“( et-Tergîb ve’t-Terhib, 2:116.) Bu aile mefhumunun içine akrabalar, yetimler, kimsesizler, konu komşular da girmektedir.

MEYDANA GELEN OLAYLAR

“Allah’ın ayı” olarak bilinen Muharrem ayı, İlahi bereket ve feyzin, Rabbani ihsan ve keremin coştuğu ve bollaştığı bir aydır. Her ay, her gün Allah’ın yılıdır ancak Allah müminleri ibadet ve duaya teşvik etmek için bazı günlere ayrıca dikkatimizi çekmiştir. Muharrem ayında özellikle de bu ayın 10. günü olan aşura gününde İslam tarihinde dönüm noktası sayılabilecek çok önemli olaylar olmuştur.

Bu güne âşûra denmesiyle alakalı olarak ulema tarafından değişik görüşler serdedilmiştir.

  1. Âşûra; on manasına gelen “aşere” kökünden türemiştir. Bu sebeple ulemadan pek çoğu Hicri yılın başlangıcı olan Muharrem ayının onuncu günü olmasından dolayı “âşûra” ismini aldı demişlerdir.
  2. Ulemadan bazıları ise; Allah-u Tela’nın bu ümmete ihsan ettiği ikramların onuncusu olmasından dolayı bu güne “âşûra” denildiğini, ifade etmişlerdir. (1. Recep ayı (Regaib ve Mirac Geceleri), 2. Şaban ayı (Berat), 3. Ramazan (İbadet ayı), 4. Kadir gecesi, 5. Ramazan Bayramı, 6. On Günler (Ramazanı son 10 günü, Zil Hiccenin ilk 10 günü ve Muharremin ilk 10 günü), 7. Arefe günü, 8. Kurban Bayramı, 9. Cuma Günü ve Gecesi, 10. Aşura günü)
  3. Bir kısım ulema da; Allah-u Teala bu günde, on peygamberini düşmanlarından kurtardığı için bu ismi aldığını söylemişlerdir.
    1. Hz Âdem (as) ın tevbesi Aşura Günü kabul edilmiştir.
    2. Hz Nuh (as), gemisini Cûdi Dağının üzerine Aşure Gününde demirlemiştir.
    3. Hz İbrahim (as) ın oğlu Hz İsmail o gün doğmuştur.
    4. Hz Yusuf, kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Aşure Günü çıkarılmıştır.
    5. Hz Yakub (as) ın, oğlu Hz. Yusuf’un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
    6. Hz Eyyûb (as), hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.
    7. Hz Yunus (as), balığın karnından Aşura Günü kurtulmuştur.
    8. Hz Davud (as) ın tevbesi o gün kabul edilmiştir.
    9. Hz Musa (as), Âşura Gününde bir mucize eseri denizi yararak nehri geçmiş ve Firavun ile ordusu sulara gömülmüştür.
    10. Hz İsa (as), o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
    11. Aişe’nin belirttiğine göre, Kâbe’nin örtüsü daha önceleri Aşure gününde değiştirilirdi.
    12. İdris (Aleyhisselam)’ın göklere kaldırılışı, Davut (Aleyhisselam)’ın tevbesinin kabul edilmesi, Süleyman (Aleyhisselam)’a saltanatın ihsan edilişi gibi olaylarında âşûra gününde vaki olduğu rivayet edilmiştir.

Netice itibariyle “Âşûra günü” selefin de tazim ettiği, kesinlikle gaflet edilmemesi gereken çok kıymetli bir gündür. Hakkında pek çok hadîs-i şerifler varid olmuştur.

Bir keresinde sahabe-i kiram Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e: “Allah âşûra gününü diğer günlerden üstün kıldı değil mi?” diye sordular.

Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de cevaben: “Evet! Allah gökleri ve yerleri, dağları ve denizleri, levhi, kalemi, Adem (Aleyhisselam)ı ve Havva anamızı âşûra günü yarattı. Âşûra gününe saygı göstermek gerek, çünkü arşın hâmili olan melekler dahi onun değerini biliyorlar”, buyurdu.

Bu olayların neler olduğuna kısaca değinelim:

  1. Hz Âdem (as) ın cennetten çıkarılması ve tövbesinin kabulü Aşura Gününde olmuştur.

Cennette Allah imtihana tabi tutmuş ve şeytan yanıltarak imtihanı kaybetmesini sağlamış ve Havva validemizle dünyaya gönderilmişler ve yıllarca ayrı yerlerde birbirlerini aramışlar ve nihayetinde Allah onların dualarını kabul etmiş ve Arafat mevkiinde vuku bulmuştur.

فَتَلَقَّى اٰدَمُ مِنْ رَبِّهٖ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحٖيمُ

“Derken, Âdem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb’ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.” (Bakara 37)

قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرينَ

“(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’RAF 23)

  1. Hz Nuh (as), gemisini Cûdi Dağının üzerine Aşure Gününde demirlemiştir

Hz. Âdem ve Hz. İdris’ten sonra insanlarda hakikat­ten sapmalar baş gösterince Cenab-ı Hak bunlar üzeri­ne Hz. Nuh’u peygamber olarak göndermişti. Hz. Nuh insanlara tevhid inancını anlatıyor, onları hak yola da­vet ediyor ve putlara tapmaktan men ediyordu.

Ancak onlar Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle Zalimdiler, azgındılar, fasıktılar, kötüydüler, kalp gözlen kapalıydı, vicdansızdılar, doğru yoldan çıkmışlardı, günahlara dalmışlardı...”

Hz. Nuh’u ve çağrısına uyarak iman edip Allah’ın sevgili kulları arasına yükselen kim­sesiz, yoksul kişileri hor gördüler, onlarla aynı çatı al­tında bir arada bulunamayacaklarını söylediler, büyüklendiler… Onlar, üstünlüğün parada, malda, mülkte de­ğil yüksek insanlık ideallerine sahip çıkmada, tevhide, güzel ahlâk sahibi olmada ve topluma yararlı işler yap­mada olduğunu kabul etmiyorlardı.

Hâlbuki onların ayak takımı diyerek küçük gördüğü kişiler, Hak Teâlâ katında onlardan kat kat faziletli kim­selerdi. Hz. Nuh’a deli demeye kadar azıttılar ve onun davranışlarını kontrol altında tutmaya, göz hapsine almaya karar ver­diler. Hz. Nuh, davasından yine de vazgeçmeyince bu sefer ölümle tehdit ettiler… Ama hak yolu gö­ren göz, gerçeği duyan kulak, Hakk’ı zikreden kalp, doğ­ruyu savunan yürek azdı

Nihayet Hz. Nuh, Allah’a yal­varıp yakardı: قَالَ رَبِّ اِنَّ قَوْمى كَذَّبُونِ  “Rabbim! Milletim beni yalanladı, ) فَافْتَحْ بَيْنى وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّنى وَمَنْ مَعِىَ مِنَ الْمُؤْمِنينَ  benim­le onların arasında Sen hüküm ver. Beni ve beraberim-deki insanları kurtar.” (Şuarâ, 26/117-118) dedi.

Yüce Allah, peygamberinin duasını kabul buyurdu ve ona evvela bir gemi yapmasını vahyetti. وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْنى فِى الَّذينَ ظَلَمُوا اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ (HÛD 37)  Böylece inananlar, Hz. Nuh’un denetiminde gemi yapımına baş­ladılar. Gemi yapımı ilerledikçe sapık ve azgınlar Hz. Nuh ve ona bağlı mü’minlerle alay ediyorlardı… Hz. Nuh ise, bir gün alay etme sırasının kendilerine gelece­ğini, o zaman azgınların yok olacağını hatırlatıyordu…

Tam 950 yıllık tebliğ ve irşad faaliyetine karşılık imana gelmeyen bir kavim…

Cenab-ı Hakk’ın emri üzere her cinsten birer çift ile mü’minler, kendileri gibi inançlı aile fertleriyle gemiye bindiler. Adeta gök kapıları açıldı, sular boşalmaya baş­ladı. Yeryüzünden de kaynaklar fışkırdı. Her iki su kay­nağı karışıp birleşti.

Hz. Nuh’un inanmayan oğlu da dâhil sapıklar, münkirler boğuldular; alay ettikleri azap, onları enselerinden tutup ölüm der­yasına atıverdi.

Hz. Nuh, gemi sakinlerinin bereketli, sakin bir yere indirilmesi için dua etmişti, duası kabul edildi.

وَقيلَ يَا اَرْضُ ابْلَعى مَاءَكِ وَيَا سَمَاءُ اَقْلِعى وَغيضَ الْمَاءُ وَقُضِىَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِىِّ وَقيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمينَ

“Ey arz, suyunu yut! Ve ey gök, yağmuru tut!” (Hûd, 11/44) Bu emir üzerine göğün gürlemesi, yerin fışkırma­sı kesildi, gemi Cudi dağı üzerine oturdu.

قيلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلى اُمَمٍ مِمَّنْ مَعَكَ وَاُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَليمٌ

“Ey Nûh! Bizim katımızdan selametle in. Sana ve seninle olanlara hayr ve bereketler olsun denildi. Ama birçok ümmetlerde var ki, onları geçindireceğiz. Sonra can yakıcı azaba sokacağız”.( Hud 48)

Hz. Nuh’un aile fertlerinden başka yanında çok az mümin vardı. Allah Teâlâ bunlara öyle bir selamet ve bereket ihsan buyurdu ki, bunlar çoğaldıkça çoğalacaklar ve kendilerinden bir çok ümmetler gelecekti.

Hz. Nuh Recep ayının onunda gemiye binmiş ve Muharrem ayının onunda inmiş, o gün şükür orucu tutmuş ve bu orucu tutmak sünnet olmuştur.

Hz. Nuh’un soyundan gelecek olan ümmetler de iki kısım olacak. Bunlardan birinci kısım yine o selamet ve berekâta nail olup kıyamete kadar üremeye devam edecek, diğer bir kısmı da bir müddet dünya nimetlerinden istifade ettikten sonra yine acı bir azaba çarptırılacak ve ahiret selametine eremeyecek. Hud, Şuayb, Lut, Firavun Ve Nemrutlar gibi helak olup gittikleri tarihen sabit bir gerçektir.

  1. Hz İbrahim (as)’ın ateşten kurtulması ve oğlu Hz İsmail’in doğumu o gündür

İlerlemiş yaşına rağmen eşi Sare’den çocuğu olmamıştı. Sare daha sonraları Hz. İbrahim’i Hacer’le evlendirir ve İsmail ile İshak ilerlemiş yaşına rağmen dünyaya gelir.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذى وَهَبَ لى عَلَى الْكِبَرِ اِسْمٰعيلَ وَاِسْحٰقَ اِنَّ رَبّى لَسَميعُ الدُّعَاءِ

“İhtiyar halimde bana İsmail’i ve İshak’ı lütfeden Allah’a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.” (İBRÂHİM 39)

  1. Hz Yusuf, kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Aşure Günü çıkarılmıştır

Kıskançlığın ne olduğunu, insanı ne hallere düşürebileceğini Allah Yusuf peygamberin şahsında bizlere örnek olarak gösteriyor.

قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَاَلْقُوهُ فى غَيَابَتِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِلينَ

“Onlardan biri: Yusuf’u öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın dedi.” (Yûsuf 10)

وَجَاءَتْ سَيَّارَةٌ فَاَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَاَدْلٰى دَلْوَهُ قَالَ يَا بُشْرٰى هٰـذَا غُلَامٌ وَاَسَرُّوهُ بِضَاعَةً وَاللّٰهُ عَليمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ

“Bir kervan geldi ve sucularını (kuyuya) gönderdiler, o da (gidip) kovasını saldı, (Yusuf’u görünce) «Müjde! İşte bir oğlan!» dedi. Onu bir ticaret malı olarak sakladılar. Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir.” (Yûsuf 19)

  1. Hz Yakub (as) ın, oğlu Hz. Yusuf’un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır

فَلَمَّا اَنْ جَاءَ الْبَشيرُ اَلْقٰیهُ عَلٰى وَجْهِه فَارْتَدَّ بَصيرًا

“Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz (Ya’kub) görür oldu..” (Yûsuf 96)

  1. Hz Eyyûb (as), hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.

Yıllarca hastalıkla mücadele etmiş, şikâyette bulunmamış, malını mülkünü kaybetmiş, nihayetinde sabrına karşılık Allah ona nasıl iyileşeceğini bildirmiştir.

وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُ اَنّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمينَ

“Eyyub’u da (an). Hani Rabbine: «Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin» diye niyaz etmişti”. (ENBİYÂ 83)

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِدينَ

“Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.” (ENBİYÂ 84)

  1. Hz Yunus (as), balığın karnından Aşura Günü kurtulmuştur

Kavmini Allah’ın dinine davet etmiş ancak inanan olmamış, ümidini yitirerek ilahi emri beklemeden görev bölgesini terk etmiş ve gemiye binerek giderken ilahi takdir gereği denize atılmış ve balık tarafından yutulmuştur. Ancak onun ardından kavmi hidayeti tercih etmiştir. Balığın karnında Dua etmiş ve Allah onun duasını kabul etmiştir.

فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُليمٌ ﴿١٤٢﴾ فَلَوْلَا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحينَ ﴿١٤٣﴾ لَلَبِثَ فى بَطْنِه اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ ﴿١٤٤﴾ فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ سَقيمٌ ﴿١٤٥﴾

“Yunus kendini kınayıp dururken onu bir balık yuttu. Eğer Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı. Halsiz bir vaziyette kendisini dışarı çıkardık.” (Sâffât 142-145)

فَنَادٰى فِى الظُّلُمَاتِ اَنْ لَا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمينَ

“Nihayet karanlıklar içinde: «Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!» diye niyaz etti.” (ENBİYÂ 87)

  1. Hz Davud (as) ın tevbesi o gün kabul edilmiştir

قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه وَاِنَّ كَثيرًا مِنَ الْخُلَطَاءِ لَيَبْغى بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَليلٌ مَا هُمْ وَظَنَّ دَاوُدُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَاَنَابَ

“Davud: Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarına tecâvüz ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da ne kadar az! dedi. Davud, kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah’a yöneldi.” (SÂD 24)

فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ

“Sonra bu tutumundan dolayı onu bağışladık. Kuşkusuz yanımızda onun yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır.” (SÂD 25)

  1. Hz Musa (as), Âşura Gününde bir mucize eseri denizi yararak nehri geçmiş ve Firavun ile ordusu sulara gömülmüştür.

وَاِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَاَنْجَيْنَاكُمْ وَاَغْرَقْنَا اٰلَ فِرْعَوْنَ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ

“Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun’un taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.” (Bakara 50)

  1. Hz İsa (as), o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir

اِذْ قَالَتِ الْمَلٰئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُ اِسْمُهُ الْمَسيحُ عيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجيهًا فِى الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبينَ

“Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime’yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa’dır. Mesîh’tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’ın kendisine yakın kıldıklarındandır”. (ÂLİ IMRÂN 45)

اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا عيسٰى اِنّى مُتَوَفّيكَ وَرَافِعُكَ اِلَیَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذينَ كَفَرُوا

“Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım” (ÂLİ IMRÂN 55)

  1. Aişe’nin belirttiğine göre, Kâbe’nin örtüsü daha önceleri Aşure gününde değiştirilirdi.

Ramazan orucu farz kılınmadan önce (Kureyşliler) Aşûre günü oruç tutarlardı. Aşûre günü, Kabe’nin örtüsünün değiştirildiği gündü. (Ahmed, VI, 244)

  1. İslam tarihinde kerbela aşura gününde gerçekleşmiştir

قَالَ رَسُولُ اللّهِ الْحَسَنُ وَالْحُسَيْنُ سَيِّدَا شَبَابِ أهْلِ الْجَنَّةِ. وَأبُوهُمَا خَيْرٌ مِنْهُمَا

Hasan ve Hüseyin cennet ehlinin gençlerinin efendileridir. Babaları onlardan daha hayırlıdırlar”(İ.Canan, Kutub-i Sitte Ter.ve Şerhi, Akçağ Yay: 16/513)  diye nitelediği torunlarından Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi Muharrem ayının onuncu gününe rastlamaktadır

Âşura gününün manevi berraklığı üzerinde Kerbela karanlığının kesafeti de görülmektedir.Emeviler’in ikinci hükümdarı Yezid zamanında ve Hicri 61,Miladi 680 yılı Muharrem ayının onuncu Cuma günü Hazret-i İmam Hüseyin (r.a.) 55 yaşında iken Sinan bin Enes isimli bir hain tarafından Kerbelâ’da hunharca şehit edilmiştir. Ehlibeytin çok değerli bir ferdinin hayatına mal olan bu elim olay sebebi ile 10 Muharrem Şii Müslümanlarca yas günü sayılmışve bu matem daha sonraları geniş çaplı hale gelmiş ve bir nevi resmi hüviyete bürünmüştür.

Hz Hüseyin’i kendi iktidarı ve ikbali açısından potansiyel bir tehlike olarak gören Yezid bin Muaviye Hz Hüseyin’e Kufe valiliği vaadiyle tuzak kurmuştur. Hz Hüseyin’e, bunun bir tuzak olabileceği, gitmemesi ve Mekke’den ayrılmaması yönünde tavsiyeler olduysa da dinlememiş, 50-60 kişilik aile fertleri ve arkadaş grubu ile yola çıkmıştır. Hz Hüseyin, Kerbela’ya geldiğinde tuzağa düşürülmüş, Yezit’e biat etmesi için kendisine baskı yapılmış, çölde günlerce aç ve susuz bekletilmiştir. Peygamberin güllerine bu zulmü reva görenler nasıl bir kalbe sahipti acaba? Allah böylesi trajedilerin tekrarından bu ümmeti muhafaza buyursun.

Tarihin belli bir kesitinde meydana gelen bu üzücü olayları iyi düşünmek ve bunlardan ders çıkarmak gerekir. Müslümanlara düşen görev, bu tür müessif olayların tekrarlanmasını önleyecek bir bilinç ve anlayışa sahip olmak; kardeşlik, birlik ve beraberliğimizi korumaktır.  Günümüzde de aynı veya benzer vakalara rastlamamız mümkün. Zevkine öldürülen insanlar, sarhoş araç kullanıp insanların canlarına kıyanlar, bilge köyü katliamını düşünün…

Yüce Allah, insanı ruh ve beden yapısıyla en güzel bir şekilde yaratmış, (Tîn, 95/4) ona şan ve şeref vermiş (İsra, 17/70), ona ruhundan üflemiş (Hicr, 15/29 ) ve yeryüzündeki her şeyi onun hizmetine sunmuştur. (Mülk, 67/15) Bütün bu özellikleriyle insan, yaratılanlar arasında en seçkin ve en değerli varlıktır. Yaratılış gayesine uygun olarak yaşayan insan, sevgi dolu, merhametli, hoş geçimli, güvenilir, içinde yaşadığı toplumla ve bütün insanlıkla barışık olandır. Bu vasıflar, kuşkusuz olgun müslümanın da belirgin özelliklerindendir.

Her zaman, sağduyulu hareket ederek Allah ve Peygamber sevgisi etrafında kenetlenmeliyiz. Hz. Peygamberi, O’nun aile fertlerini ve ashabını sevmek hepimizin müşterek heyecanı olmalıdır.

Hz. Peygamber (s.a.v.), savaş ortamında bile, müslümanlarla savaşmayan gayrı Müslim kadınların, çocukların, yaşlıların ve ibadetle meşgul din adamlarının öldürülmesini hatta, ibadethanelerinin yıkılmasını, ağaçların kesilmesini ve hayvanların öldürülmesini yasaklamıştır.

Genel bir ilke olarak yer yüzündeki bütün canlılara merhametle yaklaşmayı öngören İslam dini,“insanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez”(Müslim, “Fedâil”, 2319; II,1809.) peygamberî buyruğuyla da bu ilkeyi âdeta perçinlemiştir.

Yaşanan olaylara ibret nazarıyla bakıp gereken dersleri toplum olarak çıkarmalıyız

  • Yaşanan sıkıntıların sebeplerini iyi düşünmeliyiz
  • Kuran ve sünnete göre yaşamalıyız
  • Toplumun her kesiminin kuran ahlakıyla ahlaklanmasını sağlamalıyız
  • Çocukları dini terbiye ile yetiştirmeliyiz
  • Sahabeyi iyi tanıyıp örnek almalıyız
  • Birlik beraberliği sağlayacak değerler etrafında bütünleşmeliyiz
  • Tarihten, yaşanan elim hadiselerden dersler çıkarmalı, aynı hatalara düşmemeliyiz
  • Barış dininin barışını hakim kılacak adımlar atmalı ve toplumu bu şekilde yoğurmalıyız

“Hep birlikte Allah’ın ipine  sarılın ve parçalanıp bölünmeyin”

Bu acı olayın tasvibi mümkün değildir. Müslümanlara düşen görev, bu tür olayların tekrarlanmasını önleyecek bir bilinç ve anlayışa sahip olmak, kardeşlik, birlik ve beraberliği koruyabilmek ve yüce Allah’ın; وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ   “Hep birlikte Allah’ın ipine / Kur’ân’a sımsıkı sarılın ve parçalanıp bölünmeyin” (Al-i İmran, 103)

  Hepimizin Allah’ı, Peygamberi, kitabı, kıblesi, vatanı ve bayrağı birdir. Bu birlik, birbirimize sevgi ve saygı bağları ile bağlanmamızı gerektirir. Kardeş olarak yaşamamız Rabbimizin ve Peygamberimizin bir emridir.

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ Yüce Allah, “Müminler ancak kardeştirler” (Hucurat,10)

Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir. Mü’min ise, insanların canları ve malları konusunda kendisinden emin olduğu kimsedir(Tirmizi,“İman”12)

Temeli barış, uzlaşma ve hoşgörüye dayanan, ismini de bu anlamlara gelen “İslam” kelimesinden alan yüce dinimiz; birliği, sevgiyi ve kardeşliği emrederken, haksızlığı, insan hayatına, kişi dokunulmazlığına ve insanın onur ve haysiyetine zarar verecek her şeyi de kesin bir dille yasaklamıştır. İnsanların can, din,  mal, nesil ve akıl emniyetini temin etmek İslam’ın temel hedeflerindendir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de,  haksız yere cana kıymak haram kılınmış ve bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmeye, bir hayatı kurtarmak da bütün insanlığı kurtarmaya denk tutulmuştur.( Mâide, 5/32)

İşte böylesine mânalı ve kudsî hâdiselerin yıldönümü olan bu mübarek gün ve gece, Saadet Asrından beri Müslümanlarca hep kutlana gelmiştir. Bugünlerde ibadet için daha çok zaman ayırmışlar, başka günlere nisbetle daha fazla hayır hasenatta bulunmuşlardır.

AŞURE AŞI

Aşûre günü oruç tutmanın faziletine ilişkin sahih hadisler bulunmasına karşılık,  o günde hububat karşımı aş (aşûre) pişirmek, sadaka vermek, mescitleri ziyaret etmek ve kurban kesmek gibi fiiller hakkında sahih habere rastlanmamaktadır. ( Yavuz, Yusuf  Şevki, “Aşûra”, DİA, IV, 25) Bununla birlikte, Müslüman Türklerin dînî halk geleneğinde önemli bir yer tutan aşûre, aynı zamanda Muharremin onuncu günü başlamak üzere, daha sonraki günlerde de özel merasimle pişirilip dağıtılan tatlıya isim olmuş ve sosyal dayanışmaya önemli katkılarda bulunmuştur.

Rivayete göre iman edenler sel felaketinden, tufandan kurtulduklarında azıklarını açtılar; buğday, nohut, fasulye, mısır, üzüm, ceviz, şeker vs. yiyecek maddelerinden karıştırarak pişirdiler… Pişiri­len aş öyle bereketlenmişti ki, herkes doymuştu. Aradan nice bin yıllar geçmesine rağmen iman edenlerin kurtuluş günü, zaman içinde aşure denilen bir tatlı yaparak anılır ve yaşatılır oldu.

Çok eskiden beri devam eden aşûre aşı, Osmanlılar döneminde sarayda da pişirilmiş, “aşûre testisi” adı verilen özel kaplarla da saray dairelerine ve halka birkaç gün süreyle dağıtılmıştır.

Merhum Şair Mehmed Akif’in dediği gibi,

“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar /  Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”

Sonuç olarak:

  • Muharrem ayı “Allah’ın ayı”dır. Bu yüzden iyi değerlendirmeliyiz.
  • Kuranı kerimde zikredilen hadiseler ibret almak içindir. İbret ve derler almalı, düşülen hatalar tekerrür ettirilmemelidir.
  • Üzerine düşen görevi
Anahtar Kelimeler:
  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 1
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN
'Suriye'de acil una ihtiyaç var'Önceki Haber

'Suriye'de acil una ihtiyaç var'

Keskin'de Camiler HaftasıSonraki Haber

Keskin'de Camiler Haftası

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!