Nefis Tezkiyesi Nedir, Niçin ve Nasıl Yapılır?

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
0
Dünya, insanoğlunun kulluk derecesinin veya ahiretteki yerinin tespit edildiği bir imtihan dershanesidir. Allah\'u Teâlâ, kullarına bir imtihan malzemesi olarak da \'nefis\' engelini vermiştir. Bu öyle bir engeldir ki, aşılmadığı takdirde kalbi yüce hakikatlere karşı âdeta kör eder. Hatta sefaleti saadet zannetme bedbahtlığına duçar eder.

DiniHaberler.com.tr:       Dünya, insanoğlunun kulluk derecesinin veya ahiretteki yerinin tespit edildiği bir imtihan dershanesidir. Allah'u Teâlâ, kullarına bir imtihan malzemesi olarak da 'nefis' engelini vermiştir. Bu öyle bir engeldir ki, aşılmadığı takdirde kalbi yüce hakikatlere karşı âdeta kör eder. Hatta sefaleti saadet zannetme bedbahtlığına duçar eder.

O ki, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır. (Mülk, 2)

Demek ki dünya, insanoğlunun kulluk derecesinin veya ahiretteki yerinin tespit edildiği bir imtihan dershanesidir. Allah'u Teâlâ, kullarına bir imtihan malzemesi olarak da "nefis" engelini vermiştir. Bu öyle bir engeldir ki, aşılmadığı takdirde kalbi yüce hakikatlere karşı âdeta kör eder. Hatta sefaleti saadet zannetme bedbahtlığına duçar eder. Bir kere nefsani arzulara uyan insan, nefsinin esiri hale gelir. Bu hazin akıbete duçar olan kimse, iki parmağını iki gözünün üzerine koymuş biri gibidir ki, hiçbir şeyi görmesi mümkün değildir.

İnsanoğlu, belli bir ölçüde nefsini kendi iradesi ile şekillendirebilme imkânına sahip kılınmıştır. Dolayısıyla mükâfata da cezaya da muhataptır. Allah'u Teâlâ,  imtihan hikmetine binaen kullarını müspet ve menfi olarak zıt tecellilere mazhar kılmıştır. Bu cihetle fıtratında bulunan ruhani vasıflarını inkişaf ettirmek suretiyle nefis engeline maruz olmayan meleklerden bile üstün bir mevkiye erişebilirken, yine fıtratındaki nefsani arzulara ram olma neticesinde insanlık haysiyetini kaybederek hayvanlardan bile daha aşağı bir derekeye de düşebilir. Yani iç âleminde birbirinin zıddı durumundaki iki büyük câzibe merkezinden hangisine meylederse ona ram olur.

Hazreti Mevlâna, insanın iç âlemindeki zıt kutuplar arasında süregelen mücadeleyi şu hikmetli sözlerle hülâsa eder: "Ey Hak yolcusu! Gerçeği öğrenmek istiyorsan; Mûsâ da, Firavun da ölmediler; bugün senin içinde yaşıyorlar, senin varlığına gizlenmişler, senin gönlünde savaşlarına devam ediyorlar! Bu sebeple birbirine düşman olan bu iki kişiliği kendinde araman gerekir!"

Hakikaten insanda nefis ön plânda ise ruhani özellikler dumura uğrar, ruhaniyet ön plânda ise nefis tesirsiz hale gelir. Bu bakımdan gönlünü ruhani güzellikler etrafında inkişaf ettirmek isteyenler, evvela nefsin çirkinliklerini bertaraf etmeyi başarmak mecburiyetindedirler. Zira cerahati temizlenmemiş bir yaraya merhem sürmenin hiçbir faydası olmaz. Bu bakımdan insanın kemal mertebesine erebilmesi için nefis tezkiyesi zaruridir.

Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerîm'de bazı hakikatleri özellikle vurgulamak için onlar üzerine yemin eder. Üzerine yemin edilen hususun ehemmiyeti derecesinde bu yeminler bazen iki defa, bazen de üç veya dört defa olur. Nefis tezkiyesi üzerine ise, Rabbimiz ilahi azamet tecellileri üzerine tam yedi defa yemin etmektedir:

Andolsun ki, nefsini kötülüklerden arındıran (maddî ve manevi kirlerden temizleyen) mutlaka kurtuluşa ermiş; onu kötülüklere gömen de elbette hüsrana uğramıştır. (Şems, 9-10)

Kur'an-ı Kerim'de nefis tezkiyesinden başka hiçbir hususta böyle üst üste yedi defa yemin edilmemektedir. Bu gerçek, insanın ebedî kurtuluşu için nefis tezkiyesinin ne derece önemli ve zaruri olduğunu ifade etmeye kâfidir.

Nitekim Tebük Seferi gibi en büyük ve en meşakkatli bir gazveden dönülürken Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selem, şöyle ferman buyurmuştu: "Şimdi küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz!" (Camiussağir: c, 2, s, 73)

Hadis-i şerif, nefisle mücadelenin hem güçlülüğünü hem de zaruretini ifade etmektedir. Nefis, sürekli insanın maruz kaldığı kötü huyları akla getirir. Hâlbuki nefsin özünde bir mücevher gibi müspet bir mahiyet de vardır. İnsanoğlunun vazifesi, onun çirkinliklerini manevi terbiye ile arındırarak özündeki o cevheri ortaya çıkarmaktır.

Manevi terbiyeden mahrum bir nefis, azgın bir at gibidir. Bu at, sahibini menzili maksuda ulaştırmak yerine, uçurumlardan yuvarlayarak helâkine sebep olur. Fakat bir at iyi terbiye edilip, güzelce gemlenmişse, sahibini en tehlikeli yollardan bile selametle taşıyıp götürür. Yani nefis, mahlûkat içerisinde insanı hem yüksek bir mevkie yüceltebilen, hem de bunun zıddı olarak esfel-i safiline düşürebilen bir vasıtadır. Islah edildiğinde hayra; terbiye olunmadığında ise şerre vesile olma istidadına sahip, âdeta iki ağızlı bir bıçak hükmündedir.

Öte yandan nefis, kendisine karşı girişilen mücadele ile ölmez, ancak kontrol altına alınabilir. Zaten gerekli olan da nefsi yok etmek değil, onu aşırılıklardan sakındırıp arzu ve temayüllerini ilahi rızaya uygun düsturlarla terbiye edebilmektir. Bu hususta İmam Gazali Hazretleri, insanı bir süvariye benzeterek şöyle der:

"Nefis, ruhun bineğidir. Eğer insan, nefsin dizginlerini salıverir ve onun gittiği istikâmete kendini bırakırsa helâk olması mukadderdir. (Bazı Hint dinlerinde ve mistik felsefelerde yapıldığı gibi) şayet onu öldürmeye çalışırsa, bu sefer de hakikat yolunda bineksiz kalır. O hâlde nefsinin dizginlerini elinde tutarak bineğinden istifade et!"

İnsanoğlu, yaratılışı itibariyle tabiatında farklı huy ve karakterler taşımaktadır. Bu nedenle hayatında farklı eğilimler ve gelişmeler baş göstermektedir. Dolayısıyla hayır işlemeye kabil olduğu gibi şer işlemeye de kabildir. Yani potansiyel olarak bu her iki cihet de onda mevcuttur. Onun tabiatında sürekli Rahmani ve şeytani olmak üzere iki yönlü gelişme söz konusudur. Güzel ahlâk ve karakter bakımından meleklerde bulunan iman, tevekkül, hilm, marifet ve rahmet gibi iyi özelliklere sahip olduğu gibi, şeytanda bulunan enaniyet, hırs, nankörlük, kibir, gurur, kin ve kıskançlık gibi kötü huy ve karakterlere de sahiptir.

Böylece insanoğlu, yapısında var olan bu iki cihetten birini seçmekte veya bu iki yoldan birini tercih etmekte hür iradesiyle serbest bırakılmıştır. Dileyen iman eder, dileyen de nankörlük... İşte insan, bu seçimi yapmakta zor bir sınav vermektedir. Bir taraftan ilahi vahyin fermanıyla iyi tarafa davet edilirken öbür taraftan da nefis ve şeytanın dürtmesi ve onun hayvani hislerini tahrik etmesiyle kötü tarafa çağrılmaktadır. Böylece insanın ruhunda bir zıtlıklar savaşı başlamış ve kalbi bir savaş alanına dönüşmüştür.

Evet, bu savaş, Allah'a verilen ahde bağlı kalmak ile şeytanın hilelerine aldanmak arasında tercih yapmanın savaşıdır. Bu savaş, iman ile küfür, hak ile batıl, adalet ile zulüm, hidayet ile dalalet ehli arasında mücadele devam ederken yerini ve safını belirlemenin savaşıdır. Bu savaş, rahmanilerle şeytanilerin savaşıdır. Ama her şeye rağmen bu savaş meydanı insanın kendisidir. Kazanan ya da kaybeden bizzat insandır. O, bunun neticesinde ya rahmanileri hâkim kılacak, zafer kazanıp alayı illiyine yükselecek ya da şeytanilere yenilip ebediyen kaybedecektir.

İnsanın iç âleminde meydana gelen bu olumlu olumsuz veya aşağılık ve yücelik cihetlerine doğru meydana gelen gelişmeler, onun pratik hayatında da kendini gösterebilir. Şayet onun tabiatında bulunan hayvani ve şeytani hisler, ilahi talimatların ışığında terbiye edilmez, kontrolde tutulmazsa sahibini beyinsiz ve iffetsiz bir nefisperest yapar. Hayvanlar gibi aşağılık duygularını tatmin etmek için hiçbir akli kıstas tanımaz. Yaşamak için öldürmeyi, doymak için sefil bırakmayı maharet bilir. Bu yönde ne kadar gelişme gösterirse, o kadar zararlı ve tehlikeli olur.

Şayet insanda meleki duygular gelişir, akli ile fikri birlikte vahyin emrine teslim olur, o yönde terakki gösterirse, o zaman da bir nevi ruhaniyet kesbederek insanlık mertebesinden meleklik mertebesine yükselir. Melekler gibi hep iyi düşünür, iyi görür ve ihtilatta da iyi muaşeret eder. Böylece hem kendisi huzurlu ve mutlu olur hem de başkalarını huzurlu ve mutlu eder.

Şu halde nefis engelini aşıp kâmil bir insan olabilmek için; Allah Resulü sallallahu aleyhi ve selemin emir ve tavsiyelerine gönülden bağlanıp Onun zamanlar üstü varisleri durumundaki Hak dostlarının izinden yürüyüp onların irşat ve terbiyelerine teslim olmak mecburiyetindeyiz. Oradan koptuğumuz zaman kendimize zulmetmiş olarak hüsrana uğrayanlardan olacağız.

Unutmayalım ki, hepimiz Allah'tan geldik ve yine O'na döndürüleceğiz. Bu dünyada asıl felâket, Nimetleri sırf nefsine tahsis etme hırsıyla onun arzularına uyarak Hak'tan, hakikatten gafil kalma bedbahtlığıdır. Asıl saadet de ecel gelip çatmadan evvel nefsi tezkiye edip onun gaflet perdelerini aralayarak Hakk'a yakınlığın hazzını tatmaktır. Çünkü bu yakınlık, ebedi âlemde ilahi rahmete ve yakınlığa mazhariyetin en büyük vesilesidir. Kaynak:fetvakurulu.com

Anahtar Kelimeler:

  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN
Kursiyerleri götüren otobüs kaza yaptı,5 ölü, 32 yaralıÖnceki Haber

Kursiyerleri götüren otobüs kaza yaptı,5...

Acı haberi alan Kuran Kursu\'na koştuSonraki Haber

Acı haberi alan Kuran Kursu\'na koştu

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!