Talebeleri onun için 'yürüyen sünnet' dermiş

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Talebeleri onun için 'yürüyen sünnet' dermiş
Son asırda İslam ilimleri sahasında söz söyleme yetkisi/yeterliliğini taşıyan herkes, Ebu Gudde isminin bir ağırlığının, otoritesinin ve merkezi fonksiyonunun farkında. Sadullah Yıldız yazdı.

16 Şubat 1997, bir âlimin, kitaplarda prototip olarak kitabî ifadelerle çizilegelen âlim portresine tam oturan bir âlimin vefat yıldönümü: Abdülfettah Ebu Gudde.

Talebelerinin onun hakkında “yürüyen sünnet” adlandırması, nasıl bir portreyle karşı karşıya olduğumuz mevzusunda genel bir bakış açısı sunuyor. Hayatını sünnet-i seniyye etrafındaki kaidelere göre şekillendiren ve nebevî çözümler dışında hareket etmemeyi şiar edinip, sadece peygamberden gördüğü konuşma/davranış alanlarında adımlar atan, bu mütevazı olduğu kadar muhteşem insan, günümüzde ihtiyacımız olan örnekliği temsil eden örneklerden. Bu örneklere o kadar çok ihtiyacımız var ve örneklerin çoğalması o kadar gerekli ki, her geçen gün dünyadan göç eden ulemamız ve Ebu Gudde özelinde, başıboşlaşan toplumumuzun gidişinin varacağı noktayı düşünmeye mecburuz. İşte tam da bu sebepten, Ebu Gudde’nin hayatı ve eserleri de gösterdiği sahih çizgi üzerinde ilerleyerek yeniden ve tekraren okunmalı.

Âlim, davetçi, teşkilatçı ve siyasetçi

Telif eserlerden ziyade yaptığı tahkiklerle ilim dünyasına geniş bir miras bırakmış, Ebu Gudde. Türkçe’de bilinen en meşhur eserleri, “Zamanın Kıymeti” ve “İlim Yolunda” adlarıyla tercüme edilen iki tanesi. Sadece kitap yazmakla değil, okumaya olan meftunluğuyla da bilinirmiş Ebu Gudde. Çok geniş bir kütüphanesi olduğunu ve kitaplarına çocukları gibi davrandığını talebeleri anlatır. Bu düşkünlük, aradığı bir kitaba ulaşmak istediğinde de meydana çıkar, “Kitabı bulursam şu kadar namaz kılacağım.” diye adakta bulunurmuş hocamız. Kütüphanesinde 30 bine yakın kitabı varmış.

Âlim oluşunun yanında Ebu Gudde’nin davetçi ve aksiyoner bir tarafı da var. Mısır’da bulunduğu yıllarda Hasan el-Benna’yla tanışıyor ve İhvan-ı Müslimin’le vefatına kadar sürdüreceği bağını başlatıyor. Hatta bu bağ, aktif ve etken bir kimlik de kazanıyor; 1950’de Suriye’ye döndükten sonra İhvan’ın Suriye koluna “murakıbu’l-âm” (genel koordinatör) oluyor. Bu kimliğe ek olarak Suriye Parlamentosu’nda kısa süren bir görev dönemi de zikredilebilir.

Vefatından dört ay sonra babası hakkında bir yazı yazan ve el-Müctema Dergisi’nde yayınlayan oğlu Selman Ebu Gudde, babasına dair hem aile içindeki tavırları, hem de âlimliği cihetinden özet bir bakış açısıyla bize bilgi sunuyor.

Uluslar arası yayın yapan el-Müctema Dergisi, 25 Şubat 1997 tarihli sayısının kapağında, Abdülfettah Ebu Gudde ve Abdullah bin Zeyd Âli Mahmud’un vefat haberini veriyor. Aynı sayıda Ebu Gudde hakkında daha önce yayınlanmamış bir röportaj ve başka yazılar da var. Ebu Gudde’nin oğlu Selman Ebu Gudde’nin, babası hakkındaki yazısı ise dört ay sonraki 10 Haziran sayısında. Bu kısa terceme-i hâlde babası hakkında tarihsel bilgiler yanında birtakım hatıralar ve enstantaneler de aktarmış oğul Ebu Gudde. 1917 Halep doğumlu olan Ebu Gudde, çocukluk ve gençlik yıllarında şerî ilimleri tahsil ediyor ve iyi bir Arapça öğretimi görüyor. Ezher Üniversitesi Şeriat Fakültesi’ni bitiriyor. Bunun haricinde, dizi dibinde özel olarak ilim tahsil ettiği âlimler de var; hayat hikâyesinde bu isimlerden en çok öne çıkanı, aslen Düzceli olan Muhammed Zahidü’l Kevserî.

Zahidü’l Kevserî: Bir derya

Şeyhülislam Vekili Mustafa Zahidü’l Kevserî, Ebu Gudde Hoca Efendi’nin Türkiye sevgisinde önemli bir sembol olmuş. İLAM Araştırma Dergisi’nde, hocamızın vefatından sonra kaleme alınan Ahmet Hamdi Yıldırım yazısında Ebu Gudde’nin Zahidü’l Kevserî için, “Onu tanıyınca ‘derya gibi’ deyiminin ne olduğunu anladım.” dediği naklediliyor. Feyiz aldığı onlarca hocasının ilmine yetişmek hedefini kendisine menzil edinmiş Ebu Gudde ama Kevserî’yi tanıdıktan sonra, “Hayır” demiş, “hayır, bunun gibi olamam…”

İcazetli talebesi olduğu Zahidü’l Kevserî’ye o derece muhabbet beslermiş ki Ebu Gudde, İslam âleminde lakabının, “mecnun-ı Zahidü’l Kevserî” olmasına kadar varmış bu. Mısır’daki Şeriat Fakültesi tahsilinden sonra Arapça ihtisasını da tamamlayıp tam memleketine dönmeyi düşünürken tanıştığı Kevserî için, “hayatının dönüm noktası” benzetmesi yaparmış hocamız.

Tanıştıkları yıla ait ikisini bir arada gösteren ve internette meşhur bir fotoğraf var. O fotoğraf 1948 yılında, Sultan Abdülaziz Caddesi’nde tesadüf eseri çekilmiş. Bundan yirmi sene kadar evvel, hem Ebu Gudde hem Zahidü’l Kevserî’nin muhabbetinde bulunmuş, memleketimizin güzide âlimi Emin Saraç Hoca tarafından babama hediye edilmiş ve arkasına da nadide bir hatla şu yazı yazılmış: “Abdülfettah Ebu Gudde Efendi’nin Ezher’deki tahsili esnasında daima murafakat ve mülazemetinde bulunduğu Üstaz-ı Ekremi Muhammed Zahid el-Kevserî Hazretleri ile Şâri-i Sultan Abdülaziz’den geçerken müsadefeten alınan resimleri. Rahmetullahi aleyhima rahmeten vâsiaten. Hafız Nureddin Yıldız Efendi’ye ithafımdır.” Doğrusu, yanında Kaşıkçı Elması gibi nicelerinin parlayamayacağı muazzam bir hatıra bu. Ebu Gudde Hoca'nın yüz ifadesinde ne cevval ve heyecan dolu, müeddep bir ifade var. Zahidü’l Kevserî ise ne kadar vakur ve munis.

Türkiye sevgisini Osmanlı ve bilhassa Fatih Sultan Mehmet üzerinden tanımlarmış Ebu Gudde. Kütüphaneleri gezmek ve raflar arasında gözyaşlarıyla dolaşmak gibi meftunluk derecesinde bir itiyadı olan bu büyük âlim, Süleymaniye Kütüphanesi’ne de Türkiye’ye gelişlerinde uğrar ve uzun uzun nadide eserleri inceler, bu kitapların tozlu sayfalarında haz dolu tarifsiz yolculuklara çıkarmış. Fatih Camii’nde yetişmiş iki büyük âlimden, Zahidü’l Kevserî ve Mustafa Sabri Efendi, ders almayı bir iftihar vesilesi sayar ve “Ben Fatih’in talebesi sayılırım.” dermiş. İstanbul’un yanında Konya’nın manevî iklimine de ayrı muhabbeti varmış.

“Arapça okuyabildiği zaman bana dua etsin”

Nureddin Yıldız Hoca, Abdülfettah Ebu Gudde’in Türkiye’deki talebelerinden. Esasen, Arabistan’daki yıllarında onun dizi dibinde olma fırsatı yakalayan Nureddin Hoca, bilhassa Riyad’da meskûn olan hocamız Mekke’ye geldiği zaman derslerini kaçırmamaya çalışırmış. Meclislerinde bulunmasıyla aralarında bir hususî muhabbet peyda olmuş ve Ebu Gudde Türkiye’ye geldiğinde de Nureddin Hoca, hizmetinde bulunma fırsatı yakalamış.

Evimizi de ziyaret etmiş Ebu Gudde. Bana dahi, “Arapça okuyabildiği zaman bu yazıyı görsün ve bana dua etsin.” deyip kitabını imzalamış, ben o vakitler henüz ilkokula bile gitmiyorum. Ama bugün sorsanız, ona duyduğum hürmet ve muhabbete pâyân yok; içimde öyle bir tesir bırakmış.

Havalimanından memleketine uğurlayacağımız zaman ise, kalabalıkça bir ekiple beraberinde bulunmuşuz hocamızın.

Her biri bugün Kur’an hizmetkârı olan ve en önde çömelmiş, gözlüklü Fahrettin Ağabeyimiz haricinde, hepsi yaşayan bu insanlar o gün kim bilir ne heyecanlı, ne pürtelâştılar. Fahrettin Ağabey de ne heyecanlıydı kim bilir; öyle ya, bir Allah dostuna hizmet edeceği zaman hep öyle taşkın bir heyecan taşırmış, bir kez olsun duasını alabilmek için. Hamdi Arslan ve Ahmet Hamdi Yıldırım hocalardan başka bir de Emin Saraç Hoca orada. Bense hiç tartışmasız, günün en talihlisiyim. Onun elini öpmekle şerefyab olan o ufaklık bendenizim.

Yaşarken ne kadar yer tuttu bilemiyoruz ama vefat haberi bizim memleketin medyasında genişçe haber olmuş hocamızın. Bu, ülkemizdeki tesir sahasıyla da ilgili ipucu verebilir. Baki kabristanlığına defnedilmiş ve bundan 17 yıl evvel dar-ı bekaya irtihal etmiş.

Hoca efendinin, Halid bin Velid’in neslinden geldiği söylenir. Şimdi rahmetine kavuşacakları Rablerini görmeyi birlikte bekliyorlar.

 

Sadullah YıldızEmin Saraç Hoca’nın duasına âmin dedi


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN
İçimizdeki fitnenin organizatörü muhafazakâr modaÖnceki Haber

İçimizdeki fitnenin organizatörü muhafa...

Çocuklar tribünde seyirci değil, sahada oyuncu olmalıSonraki Haber

Çocuklar tribünde seyirci değil, sahada...

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!