A.Raif ÖZTÜRK

A.Raif ÖZTÜRK

Mail: araifozturk@hotmail.com

İstanbul Sözleşmesi = ZEHİRLİ ET tuzağı!..

İstanbul sözleşmesini baştan sona pürdikkat ve titizlikle okuyan ve inceleyen bir kişi olarak, bana “bu sözleşmenin en kısa ve en doğru biçimde özetini çıkar denilse; İstanbul Sözleşmesi = Zehirli et!..” ..diye cevap verirdim… Peki, niçin bu cevap?

Çünkü bu sözleşmenin içinde, kişileri yanıltıcı doğrular ve câzip lezzetler var.

Aynen köpekleri veya kedileri öldürmeyi kafasına koymuş olan vicdansızların, öldürücü zehirlerini, kedi veya köpeklerin en çok sevdiği etin içine zerk ettikleri gibi!..

Bir yemeğin lezzetli veya berbat olduğunu anlamak için, illâ ki gurme olmaya gerek olmadığı gibi, bu konuda fikir beyan etmek için de illâ konu uzmanı olmaya gerek yok.

Buna rağmen, bendeniz yine de ülkemiz çapında, bu önemli konu hakkında tartışılmaz uzman isimlerden en önemlisi olan; Üsküdar Üniversitesi Rektörü, Nöro Psikoloji İstanbul Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı, uzman psikiyatrist ve nöropsikolog dostum, Prof. Dr. Nevzat Tarhan hocamızın araştırmaları ve engin bilgilerinden özet alıntılarla tahlil edeceğim. Tâ ki bu konuda hiç kimsenin şüphesi kalmasın. Şöyle ki:

Eğer toplumsal cinsiyet eşitliğini; “kadın erkek biyolojik olarak eşittir” olarak anlıyorsanız bu yanlıştır, çünkü biyolojik olarak eşit değildirler. Çünkü genleri farklıdır...

Psikolojik olarak da eşit değildir, çünkü duygu ifadeleri farklıdır. Kadın ve erkek beyinleri de farklı çalışır. Kadın beyni dişildir, üstün tarafı; şefkat kahramanı olmasıdır.

Empati yönünden erkekten üstündür, duygusal okuryazarlığı daha yüksektir, fakat korkuya direnci azdır. Bu nedenle anneliği daha iyi yapar, çocuğunu daha iyi korur, konuşma becerisi gelişmiştir. Sonuçtan çok, süreci düşünür. Üzüntüsünü, doğrudan ağlayarak daha kolay ifade eder, çünkü zarif yaratılmışlardır.

Erkek beyni ise erildir, mantık, muhakeme, analiz ve hesaplama yönünden kadın beyninden bir adım öndedir. Bunun için daha atak ve atılgandır. Vatanını, ailesini ve eşini koruma adına daha güçlü ve KISKANÇ yaratılmıştır. Süreçten çok, sonuca odaklı çalışır. Üzüntüsünü, öfkelilik olarak ifade etmeye yatkındır.

Eril ve dişil beyinler yaş ilerledikçe ve kişiler istedikçe, ön beynin güçlenmesi ile olgunlaşır. İki bakış, birbirini tamamlamaya göre çalışır. Duygu ve mantık dengelenir, sonuç ve süreç algısı gelişir, kişiler “biz” bilincini geliştirirse iyi bir takım olurlar.

Eğer tarafların yetiştiği ortam; kadın erkek ilişkisini rekabetçi bir ilişkiyeçevirmişse, bir arada yaşayamazlar. Kadın erkek ilişkisi, kadın ve erkek savaşlarına dönmüştür.

Feminizm, eğer kadın erkek rekabeti ise kapital sistemin rekabetçiliğinin aileye yansımasıdır ve aileye zarar vermesine neden olur. Kadın erkek ilişkisinin, “birbirilerini tamamlayıcı ilişki” olduğunu savunan kültürlerde ise mutlu aileler ortaya çıkar...

Bu temel bilgiler ışığında, İstanbul sözleşmesinin sadece birkaç maddesine bakalım:

1-İstanbul Sözleşmesinde; kadın erkek eşitliği kavramı tanımlanmamıştır, eksiktir.

2-İstanbul sözleşmesi, Kadın kavramını 18 yaşın altındaki kızlar için de kullanarak, hâlen anne babanın doğal vesayetinde olan gençlerde ‘rastgele cinselliği’ (kız-erkek arkadaşlığı) teşvik etmesi, asla bizim doğrularımız olamaz. (Genelde tecavüzle veya cinayetlerle sonuçlanır.)

3-“Eş” yerine “partner” kelimesini kullanarak, evlilik ve nikâh karşıtı ideolojileri desteklemiştir. Bu da bizim doğrularımız olamaz. (Gayrimeşru yaşam ve nesil sebebidir.)

4- Şiddet kavramını erkek cinsiyet kimliğine indirgemektedir. Kıskançlık paranoyası şiddeti, patolojik aşk şiddeti, ‘Kriminal’ kişinin şiddeti, klinik vakaların şiddeti, hepsini “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” veya erkek şiddeti olarak tanımlamak, İstanbul sözleşmesinin tarihi yanılgısıdır. Erkek karşıtlığını destekleyen birsözleşme, adaleti sağlayamaz…

5-Eşi evden uzaklaştıran tavsiyeler yerine, öncelikle zorunlu tedavi ve rehabilitasyon yapan yasalar ve yöntemler önerilmeli idi.

6-Şiddeti fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddet olarak, ayrı ayrı belirtip tanımlamasının yapılmaması, bulanık bir kavram olarak aile içi ilişkilere zarar vermektedir. Sonuç olarak evlenmekten korkan insanlar artmakta ve batı kültüründe çok yaygınlaşan %50’nin üzerine çıkan,nikâhsız (gayri meşru) beraberlik ve (gayri meşru) çocuk sahibi olmak, gizlice (ve sinsice) teşvik edilmektedir.

7-“Aile kutsal değil, birey kutsaldır” diyen kişiler, evlenmemeliler. Çünkü kimse kutsal ve değişmez değildir. Çünkü evlilik, bir takım çalışmasıdır. Güç ve kişilik çatışmasını hızlandıran feminizm öğretisi, ailenin en büyük düşmanıdır.

8-Aile içi şiddetin kök nedeni araştırıldığında, ego savaşları, (illâ ve öncelikli ben), sorun çözme yöntemi geliştirilememesi ve bağımlılık gibi etkenler vardır.

9-Eğer toplumda ve ailelerde kadına ve çocuklara yönelik şiddet artıyorsa, bunun çözümü kadın erkek ilişkisini düzeltmektir.Erkek karşıtlığı ile rekabeti artırmak değil...

10- Oysa her türlü şiddet lânetlenmelidir. Erkeklerin niyetini okuyarak “şiddet uygulayabilir” diye potansiyel suçlu olarak gören anlayış ve “kadının beyanını yorumsuz (!) şekilde yeterli gören anlayış”hiç âdil değildir. Erkek beyanının da aynı şekilde yeterli görülmemesi, masuniyet karinesine tamamen aykırıdır.

  • Aile bütünlüğüne önem veren politikalar geliştirmezsek, torunlarımız bize asla iyi gözle bakmayacaktır, tabii ki eğer ortada toplum kalırsa. Erkekteki eşini kıskanmak, Yüce Yaratıcı tarafından ‘ailesini koruma gücü’ olarak verilmiş, fakat açık-saçıklık teşvikleri,bu gücü saldırganlaştırmaktadır.

Hele hele eşcinsel evliliklere zerrece müsamaha, hem kültürümüze, hem Dînimize tamamen aykırı olduğu gibi, özellikle de Yüce Allahımızın hiddetini ve gazabını celbeden bir gaflettir. Hatta bu konudaki gaflet veya müsamaha, LÛT kavmi gibi kavimlerin tamamını yerin dibine geçirerek helâkına sebep olmuştur.

Hem dünyada hem de âhirette, bu vebâlden mutlaka kurtulmak zorundayız. Vesselâm…

 

 

 

Facebook Yorum

Yorum Yazın