© Dini Haberler 2020

DİB gibi bir kurumun varlığı şart

Yeni Şafak Yazarlarından Prof. Dr. Erol GÖKA, İşe yaramaz tartışmalardan bıktıysanız isimli köşe yazısında Diyanet\'in varlığı üzerinde durdu ve DİB gibi bir kurumun varlığı şart dedi.

Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ

DiniHaberler.com.tr: İŞTE O YAZI:

Gelin gerçek sorunlarımızı konuşalım. Burada asıl mücadele, hala milletin demokrasi güçleri ile despotik vesayetçi-darbeci devlet anlayışı arasında. 15 Temmuz ihanetinin aktörleri, birinci değil ikinci kesime ait; millet düşmanı FETÖ'cü hainler, önceki darbecilerle aynı kumaştan dokunmuşlar, uluslararası destekçileri ve dayanakları da aynı… Bu nedenle FETÖ'ye karşı mücadele, sadece dindar görünümlü sapkın bir külte değil, aynı zamanda vesayetçi-darbecilere karşıdır. Bu mücadelede darbeci güruha, hukuk içinde hak ettiği cezalar verilmeli ama demokrasi ve özgürlükler bayrağı asla indirilmemeli tam tersine daha da yukarı çekilmelidir.

“Bu topraklar da, insanımız da, insanımızın düşünce ve inançları da azizdir. Devlet, esasen, buranın azizliğini muhafaza edebilmek, milletin düşünce ve inançlarını özgürce hayata geçirebilmesi için vardır.” Şiarımız bu olmalıdır. Buna göre, buradaki hayatta ve düzende, devlet değil insan ve toplum, kısıtlılıklar değil, özgürlükler esastır. Toplum, hür ve eşit vatandaşların varlıklarını ifa ettikleri ilişkiler ağıdır. Şiddetten uzak olunduğu sürece, dini topluluklar (tarikatlar, cemaatler) da dâhil olmak üzere, sivil örgütlenmenin önünde hukuki ve fiili engeller kabul edilemez. İnsanlar, siyasi partilerini olduğu gibi sivil toplum örgütlerini de serbest bir şekilde kurar ve onlara dilediğince katılabilirler.

Elbette demokratik bir toplumda sivil alanı dolduran birçok farklı çıkar ve etkileşim grupları olacaktır. Ama en nihayetinde devlet, genelin çıkarlarını esas alır ve toplumun gönüllü bir rızasıyla hukuki bir otorite tesis etmeye çalışır; toplumdaki çatışmaların bir izdüşümü olmak yerine o çatışmalardan alabildiğine muaf olmaya gayret eder. Vatandaşları arasında ayrım yapmadığı gibi, herkese ve her kesime karşı eşit mesafede, hakem konumundadır. Devlet, hakem sıfatından ayrı olarak ayrıca liyakate dayanmak zorundadır. Başka türlü bireyin özgürlüğünü, genelin çıkarlarını, hukukun üstünlüğünü sağlayamaz. Buna karşılık sivil alandaki tüm taraflar da, devletin çatışma-dışı kalması ve liyakat sisteminin (meritokrasi) galebesi için ellerinden geleni yapmalıdır. Siyaset alanı, elbette herkese olduğu gibi dini topluluklara da açıktır lakin dini topluluklar da devlette kendi güç ve etkilerini artırmak için değil ortak iyi için hareket etmek zorundadırlar.

Bu ifadeler, yeni Türkiye'nin yapı taşları… FETÖ ihanet şebekesi, bu yapı taşlarını, devletinin temellerine yerleştiremeyelim diye alçak darbe girişiminde bulundu. Biz de başta yeni anayasamız olmak üzere, tüm hukuki sistemimiz, demokratik hukuk devleti anlayış ve ilkelerine göre düzenlenmek durumundayız. FETÖ'cü alçakların zihinlerimizde oluşturmaya çalıştığı istifhama fırsat vermemeli, kaldığımız yerden demokratik Türkiye inşasına devam etmeli, gerçek sorunları konuşmalıyız.

Mutlaka konuşmamız gereken gerçek sorunlardan birisi, demokrasimizde, devlet-toplum-birey ve din ilişkilerinin kendine özgü koşulları. Mesela Batı'daki örneklerden yola çıkarak, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın lağvını veya yalnızca koordinatör olarak işlev görmesini, dini örgütlenme ve işlevlerin, din eğitiminin tamamen topluma bırakılması gerektiğini savunanlarımız çıkabilir, ki yakın zamanlara kadar ben böyle düşünüyordum. Oysa Müslüman toplumların, bu arada ülkemizin dinamikleri ve ihtiyaçları, Batılı demokrasilerin şablonlarını aynen alıp uygulayamayacağımız kadar farklı. Bizde, şüphesiz tamamen demokratik ve özgürlükçü bir bakış ve yöntemle, DİB gibi bir kurumun varlığı şart, aynı şekilde temel dini eğitimi esasen isteyen vatandaşlara devletin sunması gerektiği açık. Asgari din hizmetlerinin örgütlenmesi, İslami bilgi külliyatının arşivlenmesi, halka aktarılması ve dileyen vatandaşlara, sorusuna en uygun fetvanın ne olduğuyla ilgili bilgi sunulması DİB'i zorunlu kılıyor. Aynı zorunluluk temel dini eğitimin devlet tarafından ve/veya onun denetiminde verilmesi için de geçerli. Devlet, ailelerden, talebelerden gelen dini eğitim talebini her kademede karşılayabilmeli.

Bu tip uygulamalar, asla “doğru din”in devlet tarafından dayatılması gözüyle görülemez. Tam tersine, bireyin sivil alanda özgürce boy gösterebilen dini topluluklar karşısında güçlenmesi ve tercihinin daha bilinçli hale gelmesinin temini için gerekli ve adeta fanatizme ve modern kültlere karşı panzehir niteliğinde.

Kendi adıma bu amaca matuf olarak ayrıca liselerde “din felsefesi” ve “karşılaştırmalı dinler” derslerinin verilmesini;

İlahiyat Fakültelerinin ana işlevlerinden birisinin halka açık programlar olması gerektiğini düşünüyorum.

Aynı şekilde din görevlilerinin ve Batı'dakine (pastoral counselling) manevi danışmanlık hizmetlerini verecek olanların nasıl bir eğitimden geçmeleri gerektiğini de masaya yatırmak durumundayız.

Velhasıl, saçma sapan tartışmalardan başımızı kaldırıp artık gerçek sorunları konuşmalıyız…

Prof. Dr. Erol GÖKA/ Yeni Şafak

 

 

 

 

 

 
Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberilern tüm hakları kaynak gösterilen siteye, köşe yazıları yazar sahibine veya web sitemizin özel haberi ise Dinihaberler.com.tr'ye aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.  Açık kaynak göstermeden yapılan alıntılar için yasal takip uygulanacaktır.
 

 

İlginizi Çekebilir

Sokak röportajı saçmalığına ne zaman son verilecek?

Irkçılar, sokak röportajı sırasında başında üşüştükleri Suriyeli çocuklara küfretti ve saldırı girişiminde bulundu.

Tesettürden vazgeçme

Genç Dergisi medyanın görmezden geldiği mütesettir kadınların hikayesini okuyucularına aktarıyor.

Metaverse “intibak” sağlanabilecek bir ortam mıdır?

Manisa İl Müftülüğü “metaverse” konusunda aceleci sonuçlara varmış!

Türkiye'yi ayağa kaldıracak gelişme! Hepsi işin içindeymiş

Sabah gazetesi yazarı Dilek Güngör, TL'ye erişmekte zorlanan Londralı bankaların, Türkiye'de iş yapan bazı şirketleri paravan olarak kullandığını, Türk şirketlerin buradan TL krediyi çekip, Londra'daki bankaya taşıdıklarını ya da dolar hesaplarını TL'ye çevirtip, Londra'da mevduat hesabı açtıklarını hatırlattı. "Londra'da bire 10 faizi alan bizim şirketler bu alışverişten memnundu. Fakat Londra'ya ulaştırdıkları TL'ler sonra Türkiye'de spekülatif işlemlerde kullanılıyordu" diyen Güngör, "Yine mi Brütüsler!" başlıklı yazısında, "Son dönemde bizim Brütüs'lerin (yine aynı isimler) o çetelere her an kullanacakları TL'yi park etmeye başladığını duyuyorum. Hem de öyle az buz rakamlar değil… Şirketler arasında Türkiye'nin dev holdinglerini mi ararsınız, gıdacılarını mı, limancılarını mı, inşaatçılarını mı… Büyükler 500'er milyon TL'nin üzerinde parayı göndermişler. Biraz daha küçükler 250'şer milyon TL" ifadelerini kullandı.

Yazarlarımızdan Abdullatif Acar'ın Yeni Kitabı Çıktı

Huzur ve saadete ulaşmak her insanın en öncelikli hedeflerindendir. Ancak her nedense bunu hep yanlış yerlerde arıyoruz. Nefsimizin doyumsuz arzuları, şeytanın telkinleri, heva ve hevesimiz bizi yanıltıyor. Anlık düşünüyor ve karar veriyoruz.

Robert Kolej’den Boğaziçi’ne .... -II

Boğaziçi tartışmalarından yola çıkılarak kültürel iktidarın serencamını görmek mümkün…

TÜM HABERLER