Bu hutbeler ülke sınırlarını aşabilir mi?
Alıntı YazılarMehmed Göktaş, Cuma hutbelerinin mahiyetini ve Türkiye'deki hutbelerin sıkıntılarını mevzu bahis ediyor.
Bu hutbeler ülke sınırlarını aşabilir mi?
Sizi bilmem ama ben Cuma günü bir hutbe dinlediğimde aklıma ilk gelen şeylerden biri; acaba bu hutbe ülke sınırlarının dışına çıkabilir mi?
Mesela bu hutbe Mekke’de okunabilir mi, Medine’de okunabilir mi, Kahire’de okunabilir mi, Bağdat’ta, Beyrut’ta okunabilir mi?
Mesela Avrupa’da bulunan yüzlerce camilerde okunabilir mi?
Aklınıza gelen bütün Müslüman şehirleri bir bir sayın ve bu hutbenin o camilerden birinde okunduğunu farz edin. Acaba ne kadarında okunabilir, ne kadarında kabul görebilir?
Hani biz bir tek ümmettik ya, İslam cihanşümul, evrensel bir din idi ya. Dinlediğimiz hutbeler gerçekten evrensel mi, ümmetin bütün fertleri tarafından gönül rahatlığıyla dinlenebilecek hutbeler mi?
Veya İstanbul’da okunan bir hutbe bugünkü Şam’da okunduğunda aynı şeylere vurgu yapılmış olur mu veya Şam’da okunan bir hutbe İstanbul’da okunmuş olsa.
Bırakın ülke sınırları dışına çıkmayı, bu ülkenin her noktasında kabul görür mü, görebiliyor mu dersiniz. Çokça dile getirdiğim bir anekdot var; batı illerimizden birisinin müftüsü Diyarbakır’ı ziyareti esnasında bir Cuma vakti gittiği camide imam misafir müftüye cübbe ve sarığı sunuyor, müftü de imama; hangi konuda konuşayım diye soruyor. İmam efendi diyor ki; “Hocam, İslam Kardeşliğinden konuşma da başka hangi konuda konuşursan konuşun.” Elbette İslam Kardeşliğinden hiçbir Müslümanın şikayeti olamaz. Fakat insanımız “İslam Kardeşliği” ile başlayan konuşmaların sonunun nerelere bağlandığını görmüş ve bundan gına getirmiştir.
Biz yine hutbelere dönelim. İslam’ın haftalık dili durumundaki hutbeler bu kadar ulusallaşmamalıydı. Hatta ulusal olmaktan öte, aynı camideki cemaatten birçok kişinin yüzünü ekşitmemeliydi, biz bunlara şahitlik ediyoruz, dışarı çıktıklarında bunu dile getirenleri görüyoruz.
Ne demek istediğimi anlattığımı zannediyorum.
Şimdi Diyanetten istirham ediyoruz; başta bu ülke insanının tamamının gönül rahatlığıyla dinleyip kabullenebileceği hutbeler okunmalıdır. Daha sonra da bütün bir ümmetin hiç itiraz etmeden kabullenebileceği hutbeler hazırlanıp sunulmalıdır.
Mademki bu ülke şu anda Dünya Müslümanlarından sayısız insanı barındırıyor, mademki “Büyük Türkiye” söz konusudur, o halde hutbeler de büyük olmalıdır, ümmetin, hatta insanlığın tamamını kanatları altına almalı, her bir insanın bu hutbelerde kendisinden bir şeyler bulmalıdır.
Aksi takdirde söz konusu vaaz ve hutbeler sebebiyle bir kısım insanımızın camilerden ve cumalardan uzaklaşabileceğini unutmayınız.
Diyanet Duyurular Sayfamız için TIKLAYINIZ
Diyanetliler Platformu Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ
Dini Haberler Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ
İlginizi Çekebilir
Bir çocuk bir elma ile gözlerini ve kalbini açar
Muhammed, kendi dünyasında yaşayan bir çocuk, bana “sevginin”, “açlıktan” daha büyük olabileceğini ve kurumuş bir elmanın bile dünyanın en büyük hediyesi olabileceğini öğretti.
Gazze'nin yıkıntıları arasında hayata yeniden başlamak
“Evden çıkarken ve eve girerken bir sürü molozun üzerinden tırmanmak zorunda kalıyoruz,” dedi. “Ama bu çadırlarda yaşamaktan daha iyi...
Ramazan'ı Gazze halkının örnekliğiyle yaşamak
Yaşar Değirmenci, geçtiğimiz sene Gazze'de Ramazan boyunca görev yapan Dr. Farhan Abdul Azeez'in verdiği bir röportajda, Gazzelilerin Allah'a olan bağlılıklarını ve bütün imkansızlıklara rağmen Ramazan'ı yaşama biçimlerinin örnekliğini aktarıyor.
Çocuk en iyi sevdiklerinden öğrenir...
Sefa Saygılı çocuk eğitiminde dikkat edilmesi gereken hususları vurgularken ebeveynlerin çocuklarıyla diyaloğunun önemini belirtiyor.
Gazze kalpleri Kur’ân’a, İslâm’a açıyor ve kazanıyor…
Abdullah Yıldız, Gazze sayesinde Müslüman olanların ihtida hikayelerine göz atıyor.
Bir garib-ârif ölmüş diyeler..
Sözleri, güldürmüyor, düşündürüyordu ve herkes de ciddiyetle dinliyor ve hatibin, dile getirdiği ızdırablı, sosyal dertler, yüzüne de yansıyor ve cümleleri dudaklarına âdeta, yüreğinden yoğrulmuş olarak sâdır oluyordu.