12 Eylül Zulümleri ve Timurtaş Hoca
Sadece şu vahşet sahneleri bile; 12 Eylül darbesini yapanlara, kendilerini TANK ve dipçik zoruyla Cumhurbaşkanı seçtirdikleri halde, öldüklerinde ‘niçin DEVLET TÖRENİ yapılmaya lâyık görülmediğini’ çok net izah etmiş olacak.
Kendi itirafları olan; “..gençleri bir sağdan, bir soldan astık” gibi zırvalarına, hiç ihtiyaç bırakmayacak…
TİMURTAŞ HOCANIN HANIMINDAN:
12 Eylül'den bir kaç gün sonra, gece yarısı Timurtaş Hocanın evine, kapısı kırılarak baskın yapılmıştı. Evinde tam 8 saat süren bir arama yapıldı.
Timurtaş hocanın yaklaşık 500 tane kitabı çuvallara doldurulmuş.
Hanımı; Hoca polislerin etrafında kelebek gibi döndü, “evlâdım kitapları şöyle koyalım, hem çuvalda daha az yer kaplar, hem de Kur’ânlar var” ama nafile dinletemedi.
Dolaptaki yemeklere kadar, her şey lavaboya dökülmüştü.
Hoca böyle muameleye rağmen eşine:
“Hanım kalk memurlara kahve yap, meyve koy” diye söyleniyormuş.
Evden; “Sadece ifadesi alınacak’ diye hocayı kelepçeleyip götürmüşler.
Hocadan hanımı hiç haber alamayınca; 45 gün sonra hapis tutulduğu yere gidiyor. Sorup soruşturuyor. Merhamet sahibi bir subay Timurtaş hocaya: "Hoca hanımın çok perişan, seni çok merak ediyor," deyince, hoca üstündeki gömleği çıkartıp, gömlek üstüne "Hanım, ben iyiyim, beni merak etmeyin." not yazıyor...
Eşi diyor ki; “hocanın gömleğini elime aldım, fakat gömlek işkencelerden öyle bir hâle gelmişti ki, kan revan içindeydi...”
Hocanın gördüğü işkencelerden, tam 6 parmağı kullanılamaz hale gelmiş.
Hoca bunlara rağmen hiç durmamış. O halde bile, oradaki komünist gençlere Allah'ı anlatmış.
Bu acıklı durumu, kendi çocuklarından yıllarca saklamış ki, hem ‘dindarlara işkence var’ diye dinden soğumasınlar. Hem de polise-askere kin tutup sataşmasınlar…
Hoca hapishanedeki komünist gençlere kendini öyle çok sevdirmiş ki; 3 gün sonra onlar hocaya siper olmaya başlamışlar. Hatta bu çocuklar kendilerine verilen yoğurt kaplarını yıkayıp, abdest kabı yapsın diye hocaya vermişler. Su zaten günde sadece 2 kez akıyormuş.
Hocayı, 3 ayın dolmasına az bir süre kala, gece iki civarında gözlerini bağlayıp evinin önüne atmışlar.
Hanımı; “..Gece ikide kapı çaldı, bir baktım kapının önüne yığılmış bir adam, uyuşturucu kullanan, sarhoş veya hasta biri sandım tanıyamadım. Timurtaş hoca;"Hatun benim, ben"deyince, onun olduğunu sesinden anladım” diyor.
Anlayacağınız hocayı üç ayda tanınmaz hale getirmişler…
Hoca, 3 çocuk babasıydı.
En küçükleri, “bu adam kim? Gitsin bu evden!..” diye günlerce ağlamış...
Hoca, ellerinin tutamadığını yıllarca ev halkından saklamış. Büyük kızı üniversiteye başladığı zaman sormuş, “babacığım, senin ellerin neden böyle?” ..diye.
Timurtaş hoca ise "Kızım, onlar bana polislerden hatıra" deyince, kızı babasının ellerini öpmüş ve ağlayarak odadan çıkmış.
Hapishanedeki komünist gençler, yıllar sonra hocayı birçok defa ziyarete gelmişler ve “hocam bize Allah'ı yine anlat, anlat hocam biz O'nu cc. hiç bilemedik,” diye eksiklerini tamamlamaya çalışmışlar.
Hoca çok büyük bir bedel ödedi, en zor zamanlarda hiç çekinmeden yine Allah’ı ve Yüce Dînimizi anlattı, yine vaazlar etti. O günler için "Anamdan emdiğim süt, burnumdan geldi" derdi. “Ben göremeyeceğim ama sizler göreceksiniz, bu günler geçecek ve Âsım’ın nesli gelecek”dermiş ev halkına.
Bilemiyorum arkadaşlar, biz belki onların çektiği sıkıntılar hatırına bugün bu kadar rahatız... Ruhuna el fâtiha. (Cuma Aslanoğlu.)
***
Sadece bu hâtıra bile, 12 Eylül zulmünü anlatmaya yetmiyor mu?..
Zulüm deyince; Önce, aynı zihniyet tarafından, II. Abdülhamit’e yapılan sinsi plânlar ve zulümler akla geliyor.
İskilipli Âtıf hocaya, Şalcı Bacıya, sadece Şapka giymedi diye cami avlularında asılan binlerce mazlumlar, kapatılan, satılan, ahır, meyhane, gazino, Parti lokali yapılan camiler, Bediüzzaman Hz.’ne ve 100 seneden beri Mü’min ve Müslüman halka yapılan zulümler de akla geliyor. Ayrıca, “ZÂLİMLERE ASLA MEYLETMEYİN, sempati bile duymayın” Âyeti akla geliyor. (Hût 113.)
- Bu zulümler nasıl unutulabilir ki?..
100 Seneye yakın zamandan beri Din, Kur’ân ve Ahlâk eğitiminden yoksun Lâik ve deist bir nesil yetiştirildi. Çok acı meyvelerini ve ceremelerini hâlâ çekiyoruz. İlke ve İnkılap kanunları engellemeleriyle, maalesef Milli Eğitimimize hâlen ciddi bir neşter vurulamadı.
Bu acı atmosferi, Merhum Necip Fâzıl ne güze özetlemiş:
- “Hava kirliliğinden değil, HAYÂ kirliliğinden nefes alamıyoruz…”
ÇÖZÜM ve ÇÂRELER; Dosdoğru İslâm’da ve Kur’ân ahlâkında… Vesselâm.
Facebook Yorum
Yorum Yazın