Tasavvuf şiirinin estetiği

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
0
Düşünce ve edebiyat tarihinde üzerinde en fazla fikir geliştirilmiş kavramlardan birisinin "şiir" olduğu mâlûmdur.

Dîniyât, Hikemiyât, Edebiyat ana sahalarının hepsi de şiirle bir şekilde alâkadar oldukları için onu tanımlamaya çalışmışlardır. Bu sahaların alt dallarına inildiği zaman ise her dinî mezhebin, her felsefî ekolün ve her edebî akımın kendi anlayışı doğrultusunda bir "şiir" tarifi yaptığını görürüz. Hatta özellikle edebiyat disiplini içerisinde zaman zaman her şâirin kendine göre bir tarif yaptığını gören okuyucunun kafası iyice karışır. Bir bakıma bunun böyle olması çok tabiîdir zira her şair durduğu yere göre bir tarif getirmektedir. Zira sübjektif yaklaşımların bu tür konularda ayırıcı bir önemi vardır ve objektivizmin süjeyi öldürmesine edebiyat ve sanatta asla izin verilmez. Kişiye düşen görev, durduğu yeri belirlemesidir. Sonra her şey birer birer yerli yerine oturacaktır.

Biz bu çalışmamızda "şiir" olgusuna metafizik düşünce mekteplerinden birisi olarak gördüğümüz sûfilik zâviyesinden bakmayı deneyeceğiz. Bilineceği üzere "Sûfilik" veyahut "Tasavvuf" adı verilen bu düşünce mektebi İslâm dininin derûnî yönünü esas alıp onun dışa vuran yönlerine bu derûnî yöne mutâbakatı oranında önem atfeden bir irfan mektebidir. Bakış açısı içten dışa doğru veya yukarıdan aşağıya doğrudur. Her konuya bakışları böyle olduğundan bu bakış açısına sahip olanlar "edebiyat" ve "şiir" olgusuyla da sadece varlık plânında zuhûr edişlerinden itibaren ilgilenmezler. Bilakis şiirin daha şâirin iç âlemindeki zûhur etmemiş hâlinden ilk inficârla doğarak dışa vurmasına kadar geçen evresiyle birinci elden ve doğumdan sonraki aşamalarıyla ikinci elden ilgilenmek suretiyle, tabir caizse konunun bütün dikey tarihiyle yakından ilgilenirler.

Aslında bir manada tasavvuf da tek başına bir şiirdir; dine coşku, anlam, ritim katmak suretiyle onu şiirsel kılar. Gerek doktrin ve gerekse kültürel olarak kadim zamanlardan beri hâlâ canlılığını sürdürmekte olan bu düşünce tarzının birçok geleneksel İslâm toplumunun zihniyet dünyasını oluşturmada hâkim paradigma olduğu tarihî bir gerçektir. Saha üzerinde çalışan muasır tarihçilerin bu gerçek üzerinde değil sadece bunun katkılarının olumlu mu olumsuz mu olduğuna dair şahsî kanaatlerinde birtakım farklılıklar bulunur. Özellikle bizim tarihimizin Selçuklu-Osmanlı gelişim çizgisinin ilim, edebiyat ve toplum katmanlarının şekillenmesinde birinci derecede tesir gücüne sahip düşüncelerin daha çok tasavvuf kaynaklı olduğu apaçık bir gerçektir. Her ne kadar İbn Haldun kaynağını farklı bir yerde ararsa da, kültürü rafine etmek suretiyle taşralı tavırlardan medenî tavırlara geçerek yüksek zevklere ve estetiğe sahip fertlerin oluşmasında tasavvufî eğitimin rolü inkar götürmez derecede büyük olmuştur. Eğer ömrü vefa etseydi bir imparatorluğun yükseliş dönemlerinde tasavvufun ona nasıl açık bir ufuk sunduğunu ve karşı zihniyetin hâkimiyetinin başlamasıyla da bu ufkun nasıl daralıp çöküş sürecine girilmiş olduğunu görürdü.

Şüphesiz sûfîlik İslâm’a özgü bir yorum mektebidir. Bununla beraber bazı yönleriyle diğer evrensel görüşlerle ve düşünce mektebleriyle de benzerliklere sahiptir. Dinler tarihi içerisinde, felsefe ekolleri içerisinde ve edebiyat akımları içerisinde hiç şüphesiz sûfîliğin kendini daha yakın hissettiği ekoller olmuştur. Bu benzeşmeler evrensel tavırlardır, kimilerinin kabaca zannettiği gibi birbirinden intihal oldukları anlamına gelmez. Bu tıpkı bir doğulu insan ile bir batılı insanın güneşe bakmak için başlarını yukarıya kaldırmak için aynı hareketi yapmaları tarzında bir şeydir. Evrensel düşünce akımları içerisinde sûfîliği daha çok "tradisyonel", "inisyatik", "perennial", "mistik", "ezoterik" ve kadim felsefe okullarına yakın görmek mümkündür. Bununla beraber bunlardan ayrıldığı yerler de vardır. Bu noktada René Guénon, Titus Burckhardt, Frithjof Schuon ve Martin Lings gibi, bizzat diğerlerini de tecrübe etmiş bazı Batılı düşünürlerin sufizmi günümüzde "otantikliğini kaybetmemiş yegâne hikmet okulu" olarak görmelerine de dikkat çekeriz. Çünkü bu kimselere göre bir manevî ekolde sahih bilginin elde edilebilmesi için doktrinin ve erkânın aslî yapısının bozulmamış olması gerekmekteydi. Aksi takdirde hikmeti arayan kişi onun yerine başka yerlere ulaşacak ve üstelik ulaştığını da hikmet zannedecekti.

Sûfî ve Şiir - Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası, Mahmut Erol Kılıç, İnsan Yayınları, İstanbul 2006

Anahtar Kelimeler:

  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN
Özbek din adamının öldürülmesi davasıÖnceki Haber

Özbek din adamının öldürülmesi davası

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Aşure Aşı ikramıSonraki Haber

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Aşure Aşı ikra...

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!