Aahh o, Dedemin Şapkalı fotoğrafları
Daha önce birkaç kez açıklamıştım.
Ünlü Karikatürist, Çizgi roman ve çizgi hikâye kitapları yazan, Araştırmacı Yazar Sn. Muammer ERKUL benim teyzemin oğludur.
Çocukluğu ve Gençliği genellikle benim gözetimimde ve kontrolümde geçmişti.
Bu nedenle kendisiyle aramızda, akrabalıktan çok öte bir bağ var.
Aşağıda takdim edeceğim “Dedemin şapkalı fotoğrafları” başlıklı yazısındaki DEDE ise müşterek dedemiz olduğu için, kaleme aldığı konulara bizzat ben daha çok şâhidim.
Çok çok İBRETLİK ve asla unutulmaması gereken trajikomik olaylar zincirini, aynen kopyalayarak sizlere de paylaşmak istedim. Lütfen pürdikkat okuyalım…
“Dedemin şapkalı fotoğrafları
(Ahhh şöyle ferahlamak ümidiyle, dede ve torun ikimiz, evet çaresizlikle ve içimizdeki zehirli gazları salar gibi bir ağızdan sövseydik, sövseydik, gene sövseydik!..)
Dedemin çok meşhur hususiyetleri varmış. Bunlardan biri de sövmek…
Keşke onunla yan yana olabilseydik; önce Çatalca’da, sonra Erzurum Kars civarında, kim bilir kaç cephede (8sene)düşmana mermi sıkabilseydik…
Onunla yan yana yürüyerek, bütün Anadolu’yu geçip Mudanya’ya ulaşsaydık…
İâşe Çavuşu olarak kendine zimmetlenmiş kantarı ile sekiz senelik savaş hayatını orada bırakarak ve İstiklal Harbini kazanmış ordunun birer askeri olarak denizden İstanbul’a geçince, Payitahtımızın İngiliz askerleri tarafından çiğnenmekte olduğunu görüp, dehşetli şaşkınlıklara da birlikte düşseydik!
Ve ilk defa orada sövmeğe başlasaydık; Biz Kurtuluş savaşını kazanmışken, içinde Padişah ve Halifemizin bulunduğu gözbebeğimizin, başşehrimizin nasıl esir olduğuna!
❤️❤️❤️Ben Hüseyin(çavuş) dedemi hayal meyal hatırlıyorum. Vefat ettiği gün de, anlatılanlarla karışarak gözümde canlanan birkaç dedemli sahne. Ve bazı fotoğraflar…
Biri vesikalık ki, mutlaka yeni nüfus cüzdanı için çekilmiştir. Biri dayımın evlendiği zaman, biri büyük teyzemlerin olduğu ama hep üzerinde “çoRLu hATıRAsı” yazan, perdenin önünde çekilmiş pozlar. Ve hepsinde, dedemin başında ŞAPKA!..
Çeneden dört parmak aşağıya inen dalgalı sakalı, gözünün alt kapağındaki çok belirgin yara izi, kim bilir neler demeye çalışan o bulanık bakışlar ve başında bir koca kasket(şapka).
İşte kırklı yılların fotoğrafları…
❤️❤️❤️Ben dedemin ŞAPKASIZ fotoğrafını hiç görmedim.
Harbe gönüllü gitmiş, ömrünün çok yılları(8senesi) cephede geçmiş olan Gazi dedem, Çavuş dedem, o deli dolu ve çok çalışkan dedem, her daim şapkayla mı dolaşıyordu da bütün torunları ve sevenleri olarak, bütün fotoğraflarında onu şapkalı gördük ve hâlâ da öyle görmeye devam ediyoruz?..
Ahhh şöyle ferahlamak ümidiyle, dede ve torun ikimiz, evet çaresizlik içinde ve içimizdeki zehirli gazları salar gibi, özellikle de kimselerin olmadığı yerlerde, onunla bir ağızdan sövseydik, sövseydik gene sövseydik!..
❤️❤️❤️Mimlenmiş olan dedemin büyük suçları herkesçe malumdu…
Bunlardan üç tanesi var ki, affı yok!..
Defalarca evinden alındığı, hırpalandığı, hatta birinde muhtarın kasabaya koca bir koç götürüp, o yokluk senelerinde kefalet olarak onu vererek dedemi kurtardığı da malum…
Peki, neydi dedemin bu suçları?..
Birincisi,ezan okumak: Hem de karanlığın içinde, sabah ezanını. Hem de bir yanı dere olan birkaç dönümlük kendi bahçesinin ortasındaki yaptığı evinin hayatında…(Hayat: Sundurma, tek katlı evlerde, kapı girişinde üstü örtülü balkon.)
Büyük, çok büyük bir suç bu!
İhbar edilmiş veya pusuya yatılarak, bu suçun tekrarlandığı da ispat edilmiş…
❤️❤️❤️İkinci büyük suç, çocuklara Elif Be öğretmek…
Hem de evindeki kendi ahırında, hayvanlarla beraber aynı ortamda, kitapları duvar oyuklarına, saçaklara saklayarak çocuklara gizli gizli ders vermek!..
Ah be Hüseyin Çavuş; Bu deliliği neden yaparsın? Söyle bana, hangisi daha zordu; sekiz senelik cephe mii, yoksa daha sonraki yıllar mı?..
Diğer büyük suçu ise,başına şapka giymemekti dedemin!
Şimdi… Hadi bana deyin ki; yalan söylüyorsun! Haklı da sayılırsınız, aksini ispat edemem… Çünkü bütün fotoğraflarında kafasında bir şapka var gazi dedemin.
- Şimdi beni dinleyin:
O şapkalar köylerin demirbaşlarıydı. Arabalara hayvanlar koşulur, önce kadınlarla çocuklar, sonra adamlar biner ve o şapka da yerine oturtulurdu. On, on beş kilometre gidilir, kasaba girişinde kasketler kafaya konurdu. Çünkü yakalanmazsan veya tutuklanmazsan bile, başında şapka yoksa hiçbir işini göremez, resim bile çekinemezdin.
Fotoğraf stüdyoları malum, kapalı bir oda. Aile efradı bir araya toplaşır, adam körük gibi bir şeyin arkasında durur, kafasını da kocaman kara bir örtü altına sokunca kızlar ve genç kadınlar başörtülerini sıyırır, örgülü saçlarını öne alır ve “herkes buraya baksın” denerek geri sayılırdı…
Fotoğrafçılarda da mutlaka bulunan emanet ceketler, demirbaş şapkalar zamanında sanırım en şahsî,en samimî,en hususî tepkilerdi küfürler.
Ne yapacak insanlar? Mermi, barut, kan… Emek, ter, gayret… Dua dua dua… İlmek, urgan, darağacı… Hem de onlarca yıl!..
Ulan…. millet ne yapsaydı……. diye sövmekten başka…….?
Biz neden savaştık ulaan……., ne uğruna canımızı ortaya koyduk…….?”
NOT: I.) Yeğenim hiddetlenmede HAKLIYMIŞ yani.

































Facebook Yorum
Yorum Yazın