Fahri Sağlık

Fahri Sağlık

Mail: f_saglik@hotmail.com

Nasıl yaşarsanız öyle inanırsınız

01 Ağustos 2025 Cuma günü okunan “ Hayâ: Allah’ın emri, fıtratın gereği” konulu hutbeye gösterilen tepkilerden anlaşılıyor ki, halkımızın bir kısmı yaşadığı gibi inanmaya başlamış.

Önce hutbe metninin tepki çeken bölümlerini hatırlayalım. “  …Hayâ, nefsin her türlü aşırılığına karşı gösterilen onurlu bir duruştur. İnsanı bütün kötülüklerden koruyan güçlü bir kalkandır. Hayâ,  bir hayat tarzıdır. Fıtratın gereği, bedenin süsü, imanın hayata yansımasıdır.

…Maalesef,  mahremiyetin pervasızca ihlal edildiği bir çağda yaşıyoruz. Günümüzde giyim sektörü, modacılar ve bazı medya çevreleri, “özgürlük” ve “çağdaşlık” adı altında çıplaklığı özendirmekte, örtünmeyi değersizleştirmektedir. Bu anlayış, kadını da erkeği de değerli bir varlık olmaktan çıkarıp izlenen ve tüketilen bir nesneye indirgemiştir. Oysaki insanın bedenini, mahremiyetini ve özelini toplum önünde sergilemesi; aklın, vicdanın ve fıtratın bozulmasıdır.

…Kısa giysiler ve şeffaf kıyafetler giyilmesi, nerede ve hangi amaçla olursa olsun Allah’ın örtünme emrini ihlaldir, haramdır. Uzuvları belli edecek şekilde dar elbise giyenler Allah Resûlü (s.a.s)’in ifadesiyle, “Giyinik çıplaklardır.”

…Allah’ın hayâ ve iffet konusunda erkeğe ve kadına yüklediği sorumluluk aynıdır.

… Uygunsuz kıyafetlerle toplumsal alanlarda, hele hele kurumsal özelliği olan mekânlarda bulunmak asgari ahlak kurallarına bile meydan okumaktır. Bu, çağdaşlık değil, ilkelliktir. Ahlak ve edep ölçülerinin çiğnenmesine sessiz kalan herkes büyük bir vebal altındadır. Çünkü neslimizin iffetini, edebini ve ahlakını korumak hepimizin ortak sorumluluğudur.”

Orta seviyede bir din bilgisi ve kültürüne sahip her Müslüman bilir ki, bu cümlelerde dini hükümlerimize aykırı hiçbir şey yoktur. Muhatap sadece kadınlar değil kadın-erkek herkestir. Çünkü hayâ sadece kadınlarda değil herkeste bulunması gereken ortak İslami bir değerdir.

633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun birinci maddesine göre “ İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere” kurulan Diyanet İşleri Başkanlığımızın ahlaki değerlerimiz konusunda halkımızı uyarıp bilgilendirmesi anayasal görevidir.

Durum böyle olmasına rağmen bazı vatandaşlarımızın zikredilen hutbeye tepkilerinin altında yatan gerçek neden ne olabilir? Bence bu durum bazı vatandaşlarımızın din algılarının çarpıklığından kaynaklanmaktadır. Geçen hafta Cuma günü bu konuyu üstü kapalı bir şekilde eleştirdiğim “ Din algımız” başlıklı yazımı okumuşsunuzdur. Bu yazımda daha açık bir şekilde bu konuyu ele almaya çalışacağım. O halde din nedir? Nasıl anlaşılmalıdır.

Hayat yolculuğunda insanı ruhsal, zihinsel ve duygusal açıdan şekillendiren unsurların başında gelen din, teorik olarak insana bir hayat nizamı telkin ederken pratikte de telkin ettiği değerler manzumesi ekseninde bir inanca sahip olmalarını ve bu inancın gereklerini yerine getirmelerini ister.

Din: İnsanın gerek kişilik gerekse kimliğinin inşasında, köklü, kuşatıcı ve evrensel bir sosyal kurum olarak hemen her türlü tutum ve davranışın belirleyicisidir. Bu sebeple bireysel ve sosyal hayatta dinin karşılık bulamayacağı veya müdahil olamayacağı bir alandan söz etmek, din ile ilişkilendirilemeyecek bir söz, tavır ve davranıştan bahsetmek imkânsızdır. Şayet bir din, inananlarına bir yaşam biçimi teklif etmiyorsa, bir dünya ve ahirete bakış açısı sunmuyorsa, ya da ortaya koyduğu ilkelerle hayatın tamamını kuşatmıyorsa o din, hayat için bir aksesuar olmaktan başka bir anlam ifade etmez.                                                                                                                             

Bir dine inanan kişi o dinin telkin ettiği hayat tarzını benimsemeden veya teklif ettiği ilke, ölçü ve değerlere bağlı kalmadan yaşama iddiasını dillendiriyor ve kafasına göre yaşıyorsa o kişi aslında yaşam biçimini dayandırdığı ve benimsediği değerlere referans addettiği başka bir inanç sistemine inanıyor demektir.                                                                                                                                                  

Yaşayışı Hristiyan, Yahudi veya Budist gibi olan bir Müslüman olmaz, olamaz!

Bu gerçeği Peygamber efendimiz şöyle dile getirmiştir: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz”

“Kişi inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanır.'' Sözü bir kelam-ı kibardır. Bu söz Hz. Aliye’de (r.a ) nispet edilir.

İslâm dinî bölünmez bir bütündür; dolayısıyla onun inanç, ibâdet ve ahlâk ilkelerine bir bütün halinde inanmak gerekir. Bu ilkelerden birini inkâr etmek, dolaylı olarak diğerlerini de inkâr etmeyi içerir.  İslâm, aklımızın beğendiği veya işimize geldiği tarafını alıp beğenmediği tarafını atabileceğimiz bir inanç sistemi değildir; İslâm bir bütündür. Onu bütünüyle kabul ve tasdik etmeyen hiç kimse mü’min olamaz.

Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurulur: "Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir."  (En'âm; 159)

Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlardan maksadın Yahudiler, Hristiyanlar veya müşrikler olduğu söylense de İslâm ümmeti içerinde günümüzde ortaya çıkan gruplaşmalara ( laik, muhafazakâr, çağdaş, çağdışı, ilerici, gerici, aydın, örümcek kafalı vb.) işaret buyurulduğu da düşünülebilir.

“ …Yoksa siz Kitap’ın (Tevrat'ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. ( Bakara, 2/85 )

İsrail oğullarından bir kısım insanlar, kendilerine gelen Kitap’ın bazı hükümlerini görmezden gelmişlerdi. Hâlbuki “iman ettim.” sözünün geçerliliği, iman esaslarının istisnasız kabulüne bağlıdır. Peygamberin Yüce Allah’tan getirip tebliğ ettiği şeylerde seçim yapmak, istediğini kabul edip istemediğini reddetmek de bir tür inançsızlıktır. Kitabın tamamına inanmayan, onu kendisine uydurmuş olur. Aslında böyle yapanlar Allah’ı değil, kendi heva ve heveslerini ilah edinmiş olurlar. Hevâsını ilah edinenin Allah katında kazanacağı hiçbir şey yoktur. Mümine yakışan Allah'tan gelen her emre memnuniyetle teslim olmak ve o emri hakkıyla yerine getirmek için çaba sarf etmektir.

Fahri SAĞLIK

Emekli Müftü

Facebook Yorum

Yorum Yazın