Muhtacın Hakkı, İnfak

Serbest piyasa, yeni teknoloji ile artan ürün çeşitliliği, gelişen ve genişleyen reklam ağlarının varlığıyla insanın madde ile olan bağını yeniden gözden geçirmesi gerektiği zamanları yaşıyoruz. Aslında var oluşundan beri insan, canlı cansız tüm varlıklarla ilişkisini doğru tanzim etmekten sorumlu.
Serbest piyasa, yeni teknoloji ile artan ürün çeşitliliği, gelişen ve genişleyen reklam ağlarının varlığıyla insanın madde ile olan bağını yeniden gözden geçirmesi gerektiği zamanları yaşıyoruz. Aslında var oluşundan beri insan, canlı cansız tüm varlıklarla ilişkisini doğru tanzim etmekten sorumlu. Sadece canlılara değil mala, maddeye bakışında, onları sarf edişinde dahi sorumluluğunu bilmek ve bu sorumluluğa uygun davranabilmek ondan beklenilen. Öyle ya tüm kâinat, taşı, toprağı, suyu, havası ile ona emanet… Her biri tek başına ve sadece kendisi için kullanılamayacak denli değerli; üstelik hiç biri yalnız ona ait değil, ondan öncekilerden miras ve ondan sonrakilerin hakkı…
İnsanın mutluluğunu, dünyada barış ve huzuru hedefleyen İslam bu sorumluluğu hatırlatıyor ilk insandan beri. İnsanın madde ile mal ile sahip olduklarıyla ilişkisini doğru tanzim etmesini istiyor. Uyarıyor, fark ettiriyor ve Yüce Allah emrediyor; sadece kendisi için harcamamayı, ihtiyacı olana vermeyi ve malın hâkim olduğu değil mala hâkim insan olmayı… İşte insanın bu eğitiminin temel davranış biçimi ve ödevi olarak çıkıyor karşımıza infak.
İnfak, harcama yapmak, bitirmek, malı ve parayı elden çıkarmak anlamında bir kelime. Geçimsizlik, anlaşmazlık ve ara bozuculuk olan nifakı ortadan kaldıran, nifakın tam aksi… Çünkü toplumda adaletsizliğin ortaya çıkaracağı anlaşmazlıkları ancak elindekini paylaşarak gidermek mümkün. Malını, ekonomik gücünü sadece kendisi için değil başka insanlar için de kullanabilmekle… Komşusunun açlığını, soğuk kış gününde sırtında paltosu olmayan hiç tanımadığı bir çocuğun derdini hissedebilmekle…
Oysa muhtacı fark etmeyip, hâlini hissetmeyip ve ihtiyacını gidermediğimizde yaşananlara ne diyelim? Kimi ve nasıl mesul tutalım? Açı, açıkta olanı, çaresiz kalanı işleyeceği hangi cürüm için rahatlıkla suçlayalım? Naçar kaldığında dönüp yüzüne bakmadığımızdan, “Aç mısın?” diye sormadığımızdan nasıl ve hangi erdemleri bekleyelim? Toplumda huzuru ancak bu soruları kendimize, vicdanımıza yönelttiğimizde bulabileceğiz. Üstelik kendi iç huzurumuz için de bu soruların cevabını düşünmek ve vermek zorundayız. Öyle ya toplumsal barışın bir ön şartı olduğu kadar iyi bir mümin, takva sahibi inanan olmanın da ön şartlarından biri infak. Yüce Allah’ın ayetinde buyurduğu üzere: “O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, muttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.” (Bakara, 2/2-3.) Muttakî müminler mallarını Allah yolunda harcarlar çünkü her şeyin olduğu gibi servetin de asıl sahibinin Yüce Allah olduğunu bilirler (Bkz. Hadîd, 57/7.) ve her durumda farklı bir çeşidi ile infakı hayatlarında hâkim kılarlar.
İnfak bazen tasadduk, zekât, fıtır sadakası, kurban, hediye, iare bazen insanların istihdam edilecekleri meşru bir alanda yatırım ya da vakıf olarak çıkar karşımıza. Her biri toplumsal ve bireysel faydalarının yanında ibadettir bir diğer anlamıyla. Ve Allah yolunda cömertlik ve hak sahiplerine haklarını teslimdir de aynı zamanda. Yüce Allah: “Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak var” (Zâriyât, 51/19.) demektedir. Öyleyse muhtaç ve yoksullara infak edilmediğinde hakları gasp edilmiş olur. Mal temizlenip arınmaz. Mal sahibi de gasp eden, hak yiyen olur. Tam da bundan belki de zekâtı verilmeyen mal bereket, mal sahibi infak etmediğinde huzur bulmaz. Muhtacın hakkı iade edildiğinde ise insan mala düşkünlük ve hırstan arınır, iç huzura kavuşur. Daha duyarlı, cömert ve diğerkâm olur infak eden ve fakirlik korkusu, mala aşırı düşkünlük hırs ve zafiyetlerinden kurtulmuş güçlü bir şahsiyet de kazanır. İnfak ile insan yoksunluk ve yoksulluğun tehdit ve sıkıntılarından da uzaklaşır. Çünkü infak yokluk ve yoksulluğun ortaya çıkarabileceği suçları, karışıklıkları, insan onurunu zedeleyen dilencilik ve dolandırıcılık gibi davranışları da engeller.
Muhtaç kimdir?
Muhtaç yani ihtiyaç sahibi; fakirdir, düşkündür, borçlu olan, boyunduruk altına alınıp esir ya da köle düşendir. Bazen de yolda kalandır, memleketinde varlıklı iken yolda ihtiyaca düçar olandır o. (Bkz. Tevbe, 9/60.) Yetim, öksüz, dul yahut mülteci olarak da karşımıza çıkabilir muhtaç. Elinden geleni yaptığı halde normal ihtiyacını dahi karşılayamayacak durumda olandır o. Ve muhtacı bulmak da infak edenin vazifesidir. Zira muhtaç “hak sahibidir” malımızda. Onlar dile getiremese de bizim onları bulmamız ve hatta önce fark etmemiz icap eder. Fark edebilmemiz için ise onları Yüce Allah şöyle tanıtır: “Sadakalar, kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler. Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Bakara, 2/273.)
İhtiyaç sahiplerinden haberdar olmanın bazı bakımlardan kolaylaştığı günümüzde bu hususta istismarın da arttığı bilinen bir gerçektir. Bu sebeple muhtacı doğru tespit edebilmek için infakta Kur’an’ın en yakınlardan başlamak konusundaki yönlendirmesi de önemli bir yöntemdir. (Bkz. Nisa, 4/36.) Zira yakın akraba ve yakın komşudan başlamak yakındaki muhtacı daha kolay tespit edebilmek imkânı ile de ilgilidir. Diğer yandan Peygamber Efendimiz (s.a.s.): “Yoksula verilen sadaka bir, akrabaya verilen ise hem sadaka, hem de sıla-i rahim olmak üzere iki sadaka sayılır” (Nesâi, Zekât, 82.) buyurarak en yakından başlamanın ayrıca sevabına işaret eder.
İnfak edilecek kimsenin doğru tespitinin önemi Kur’an-ı Kerim’in kimlere infak edilebileceğine dair detaylı açıklamaları ile ortaya çıkar. Müslümanın dikkatsizce, emin olmadan ve nereye gideceğini araştırmadan infak etmesi doğru bir tutum değildir. Zira sorumluluk sadece malın verilmesi ile düşmeyecek malın Allah’ın murat ettiği kimselere ulaştırılabilmesi ile ancak yerine getirilecektir. Gerekli ön araştırma ve gösterilecek dikkat infakın tüm ibadetlerde zorunlu olan şuuru ile ilgilidir.
İnfak adabı
İnfak ederken doğru kişiye vermek kadar doğru bir verme usulü de üzerinde durulacak önemli bir husustur. Zira insan şahsiyetini zedeleyen, ezen bir infak usulü infakın maksadına aykırıdır. İnfakın muhtacın hakkı olmasının anlamı da budur. Bu sebeple infak borçlunun borcunu ödemesindeki mahcubiyeti ile icra edilmelidir. “Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur” (Bakara, 2/263.) buyuran Yüce Allah muhtacın incitilmemesini istemektedir. Üstelik bir karşılık, teşekkür ve minnet beklentisini de infak edenin taşımaması gerektiğini vurgulamaktadır: “Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir.” (Bakara, 2/262.)
Veren el olmanın üstünlüğü ancak veriş biçimi ve niyetteki düzgünlük ile sağlanacaktır. Malını gösteriş için harcayan, başa kakmak ve incitmek suretiyle infak edenin hayırları boşa çıkacaktır. (Bkz. Bakara, 2/264.) Karşılığını Allah’tan bekleyerek, muhatabını minnet altına almadan ve gösterişten kaçınarak mümkün olduğu kadar ifşa etmeden infak edilmelidir. “Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da kefaret olur. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Bakara, 2/271.) Ayet-i kerimede istenen bu gizlilik, zekât alan ile veren arasında, zekât veren ile toplum arasında oluşacak olumsuz karşılık beklentisi, mahcubiyet, riya ve gösteriş duygularını ortadan kaldıracaktır. Diğer yandan Allah Resulü’nün “Sağ elinin verdiğini, sol elinin bilmeyeceği” nebevi ilkesi de bu amaca yöneliktir.
İnfakta olmazsa olmaz bir diğer dikkat edilecek husus da kişinin “gönül hoşluğu” ile “sevdiğinden” vermesidir. Şeytanın fakirlik korkusu ile verdiği cimrilikten arınarak (Bkz. Bakara, 2/268.), istekle ve sevgiyle infak etmesidir. Verilecek olanı doğru miktarda vermek, mali yardımda “sevdiğinden” esasına uyarak infak etmek esastır. Atacağını, kullanamayacağını, yemediğini yahut giymediğini infak etmeye kalkmak yapılanı bir iyilik olmaktan çıkarır, bir aldatma bir göz boyamaya çevirir. Üstelik bu aldatma kişinin kendisini aldatması, kandırmasıdır. Nitekim Yüce Allah: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir” (Âl-i İmran, 3/92.) buyurmaktadır.
İnfak bir ay değil her aydır
Ramazan-ı şerif gibi manevi duyguların güçlendiği vakitlerde infakın arttığı görülmektedir. Ancak malın elde ediliş zamanı ile mukayyet zekât ve fıtır sadakası için bir zaman sınırlandırması bulunmakla birlikte infak için böyle değildir. Zira aç olan darda kalan ve muhtaç olan var olduğu müddetçe infak da var olmalı devam etmelidir. Üstelik bu devamlılık ile infakın bir ahlaka, bir alışkanlığa da dönüşmesi sağlanacaktır. Büyütüp yetiştirdiğimiz çocuklarımız ve gençlerimiz için de örnek olabilmenin yolu bu devamlılıkta saklıdır. Anne babasının yılın her vakti muhtacı görüp gözettiğine şahit olan çocuklar infakı ve infakın sağladığı tarifsiz mutluluğu ancak böyle öğreneceklerdir. Bugün infakla merhamet etmeyi, paylaşmayı, diğerkâm olmayı öğrenen çocuklarımız yarın bize de birbirlerine de daha merhametli ve cömert davranabileceklerdir. Böylelikle Kur’an’da sevabının bire yedi yüz misli olduğu (Bakara, 2/261.) ifade bulan infak; alışkanlıkları, aile gelenekleri ve hayat düsturları olacaktır.
Dr. Fatma Bayraktar Karahan / Diyanet Dergisi
Diyanet Duyurular Sayfamız için TIKLAYINIZ
Diyanetliler Platformu Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ
Dini Haberler Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın