Koçi Bey'in tespitleri
1594 tarihinden sonra, sebepsiz yere azledilme korkusuyla şeyhülislâmlar vs. dalkavukluk yapmaya mecbur kaldılar ve Padişaha gerçekleri söyleyemez...
4. Murat Han'a sunulan risaleden iktibas:
"Devletlû, şevketlû, âlemin sığınağı, padişah hazretlerinin rikâb-ı humayûnlarına arzuhaldir: Padişahımızın malumu olduğu üzere Osmanoğullarının yüce soyları, -cenâb-ı Hak mizan gününe kadar devam ettirsin- padişahlarından memleket genişliği, hazine çokluğu ve şevket bakımından kemal bulan, Allah'ın rahmetine ulaşmış, suçları cenâb-ı Hak tarafından affolunmuş olan Sultan Süleyman Han idi.
Ve yine âlemin bozulmasına sebep olan haller dahi onların zamanında meydana çıkıp, devlet en kudretli zamanında olmakla, belirtileri o zaman duyulmayıp, birkaç seneden beri görünür oldu. Hazreti Resul (Sallallahu aleyhi vesellem) ve cihar yâri güzin –Allah hepsinden razı olsun- ve diğer halife sultanlar –Allah burhanlarını nurlandırsın- şahsen kendileri divân yapıp, halkın işlerini bizzat görürlerdi. Ve o kadar perde arkasında değillerdi. Ve o yüzden dünya ahvaline gerektiği gibi bilgi hasıl ederlerdi. Hatta bu devlet-i âliyyede dahi öylece olurdu. Sultan Selim –günahları örtüp affedici Allah’ın rahmeti üzerine olsun- divânhanede bizzat divân yapıp, padişah kullarını, kullar padişahı bilirdi…"
İlmiye sınıfı ve medreselerin bozulması
Şeriatın devamı ilimle, ilmin devamı ulemâ iledir. Padişahın yüce ataları zamanında ilme ve ilim adamlarına saygı ve ikram hiçbir devlette yoktu. Bunun meyvesi olarak nice güzel eserler ortaya çıkmıştır. İntizam-ı hal-i ulemâ, mühimmat-ı din ve devlettir (ulemânın durumunun düzenli olması din ve devletin en mühim işlerindendir). Bu sırada ise durumları çok bozuk, karışık ve perişandır. Eskiden bilginlerin en bilgilisi, en faziletlisi, en dindarı, en yaşlısı şeyhülislâm tayin edilir ve daha sonra vazifeden alınmazdı. onlar da çekinmeden gerçeği söylerler, Padişahlara güzel öğütler verirlerdi.
Bugün ilim yolu pek bozulmuş, eski kanun (kurallar) işlemez olmuştur. Eskiden ilim öğrenip danişmend olmak isteyen önce ulemâdan birine gider, ondan mahreç dersi okur, yeteneği görülünce bir başka müderrise gider, bu şekilde Hariçte, Dâhilde, Sahnda uzun süre öğrencilik yapar, sırası gelince mülâzim olurdu. Sırası gelince, Sahn danişmendlerinin eskileri –ki muîdlerdir– her birine birer Tetimme tayin olunup, orada barınan suhtegân taifesine (softalara) ifade-i ulûm ederlerdi (ders verirlerdi). 1594 tarihine gelinceye kadar Sahn muidlerinin şimdiki müderrisler kadar itibarı vardı. Danişmend olup uzun süre medreselerde ilim ile uğraşmayınca mülâzim yazılmazdı (...) İlim yolu son derece temiz ve düzenli idi. Bu nedenle içlerinde bilgisiz yoktu. Kadılar ve müderrislerin tamamı ilim ve dini mükemmel, ırz ve vakar sahibi (saygıdeğer şahıslar) idi ve müderrislik yaparken ilme, devlet makamında iken din ve devlete doğrulukla hizmet edip halka çok faydalı olurlardı. 1594 tarihinden sonra, sebepsiz yere azledilme korkusuyla şeyhülislâmlar vs. dalkavukluk yapmaya mecbur kaldılar ve Padişaha gerçekleri söyleyemez oldular (...)
Giderek her işe hatır karıştı, her şeye göz yumuldu ve hak etmeyenlere bir çok mevkiler verildi, eski kanun bozuldu. Mülâzemetler satılmaya başladı. İyi-kötü belirsiz oldu. İyilerin iyi işlerinin değeri bilinmediği ve kötülerin kötülükleri cezasız kaldığından, âlim ve cahil birbirinden ayrılmadığından, ulemânın kıymeti bilinmediğinden, bilginlerin halk gözünde saygınlığı kalmadı. Eskiden ulemâ Allah’tan korkar, halk da onlardan korkar ve her söylediklerine uyarlardı. Ben İstanbul’a geldiğimde bir müderris yoldan geçse herkes büyük saygı ile ayağa kalkardı. Dışarıda gösterişsiz giyinirlerdi, asla süs ve gösterişleri yoktu. Makam ve mevki peşinde değillerdi. Evlerinde ilimle meşgul olurlar, dışarı çıkınca ya derslerine, ya camiye ya da bir dost ziyaretine giderlerdi. Halk gözünde saygınlıkları pek büyüktü. O zamanlar, âlim ile cahil bir tutulmazdı.
Bilgi ve marifet sahiplerine ayrıcalık (üstünlük) tanınsa yine kısa sürede önceki durum olur. İlmiye rütbeleri en bilgiliye verilmelidir. Medreseler dahi dakâyık-ı ilmiye istihracına kadir olanlara gerektir (medreseler de ilmî incelikler bulup ortaya koyabilenler içindir). Mülâzemetler satılmazsa, hakkı olanlara verilirse, sayıları çok tutulmazsa, âlim ve cahil eşit görülmezse ilim yolu kısa zamanda düzelir. Ancak, aldırış etmemekle âlem elden gider.
Koçi Bey Risalesi, Sadeleştiren: Zuhuri Danışman, Ankara, 1985
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın