Abdullatif Acar

Abdullatif Acar

Mail: acarabdullatif@hotmail.com

'Dinin Kaynağının Dört Olmasından Ne Anlıyorlar?'

Kuran, sünnet, icma ve kıyas diye söz ettiğimiz kaynaklar din icat etme kaynakları değildir (Hâşâ)  Dinin tek sahibi ve kaynağı vardır o da Allah’tır. Kuran, dinin sahibi Allah’ın insanlara sunduğu emir ve yasakları ihtiva eden hayat nizamıdır. Dolayısı ile kuranın açık hükümlerine ters düşen hiçbir şey dini bir kaynak olarak kabul edilemez.  Zaten dinin 4 kaynağı, derken dini öğrendiğimiz veya hükümler çıkardığımız 4 kaynaktan söz etmiş oluyoruz. Bunu zahiren anlayan ve yorumlamak isteyen bazı oryantalist kafalar yâda kuranı süngülerinin ucuna takıp onun maskesiyle dine düşmanlık yapan bazı kesimler hop oturup hop kalkarken bununla ne denmek isteniyor diye araştırma gereği bile duymuyorlar. Sanki sünnet, kuranın alternatifiymiş, diğer 2 kaynağı kabul edilen İcma ve kıyas kurandan ve sünnetten bağımsız kararlarmış gibi algılayarak güya kuranı koruma görüntüsü sergiliyorlar.

Bir defa dinin ana kaynaklarının 2.si olan sünnet kuranın pratikte ki karşılığıdır. Allah her emrini resul ve Nebiler aracılığıyla insanlara göstermiştir. Nebî ve resul kuranın muhatabı olan insanlardan seçilmiştir. Ta ki kuran daha iyi anlaşılmış olsun. Bu, hâşâ kuranda ki eksikliği telafi etmek için değil belki, insanda ki eksikliği tamamlamak içindir. Bu nedenle “Resul size neyi verdiyse onu alın neydi de yasakladıysa, ondan da uzak durun.”(Haşr, 7)  “Hayır, rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp; verdiğin hükme, içlerinde bir sıkıntı duymaksızın rıza ve teslimiyet göstermedikçe imam etmiş olamazlar.”( Nisa,65) Ayeti kerimeleri peygamberin sünnetinin dinin en önemli delili olduğunu ortaya koymaktadır. Başka bir ayeti kerim de; “Peygambere itaat edenin Allah’a itaat etmiş olduğunu bildirmesi”(Nisa, 80) buyurularak Allah’a itaattin peygambere itaatten geçtiğini açık ve net bir şekilde bizlere göstermektedir. 

Ayrıca şu ayeti kerime Resulüllah’ın sözlerinin ne büyük bir delil olduğunu ortaya koymaktadır:

“O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak indirilen bir vahiy iledir.”(Necm. 3-4)

 Bütün bunlara rağmen Allah resulünü devre dışı bırakmak, O’nu etkisiz hale getirmek bizzat kurana zıttır.

Sünnet tanımazlar “kuranı Resulüllah’tan, resülüllah’ı kurandan tanımalıyız” derken kendi görüşlerinde bile çelişkiye düşüyorlar. Diyelim ki Resulüllah’ı kurandan tanıdık, peki kuranı resulüllahtan tanımak için O’nun sünnetine ihtiyacımız olmayacak mı? O’nun sünnetini hadisleri olmadan nasıl anlayacağız?

 Peygamberin kuranı anlamada birçok fonksiyonu vardır:  Müphem ve mücmel olan ayetleri açıklar, umum bildiren ayetleri tahsis eder. Bu hükümler kuranın yetersiz olduğu için değil belki çok derin manalar ihtiva ettiği içindir. O derin manaların ihtiva ettiği kuranı onun mualliminden başka kimden öğrenebiliriz? Kısaca kuran, Allah’a ibadet ve itaat etmemizi, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamamızı, insanlarla ilişkilerimizin nasıl olması gerektiğini genel anlamda vaaz ederken Allah resulü, teferruata dair bilgiler sunar; nasıl ibadet etmemiz gerektiğini, hayat nizamı kuranı hayatımıza nasıl hâkim hale getirmemiz gerektiği hususunda örnek olur.

Bütün hadisleri uydurma diye toptancı bir inkâra kalkışmak bu bağlamda kuranı inkârla eş değerdedir. Allah’ın kelamı olan kuranı bile onun tebliğinden öğrenen insanlık nasıl olurda O’nsuz bir din anlayışına sahip olabilir?  O’nu devreden çıkardığınızda ve ya bir postacı gibi O’na muamele ettiğinizde kuranın Allah kelamı olduğunu sorgulamanın yolunu açmış olursunuz. Sünneti devre dışı bırakmak, dinin altını boşaltmadan farkı yoktur. Zaten art niyetli insanların asıl amacı kuranı doğrudan olmasa da kademe kademe sorgular duruma getirmektir. Dikkat ederseniz ilk önce evliya, tasavvuf ve mezhepleri inkârdan başladılar. Sonra hadis ve sünnete kadar geldiler. Kurana sıra geldiğini düşünen bazı ilahiyatçılar “ bu Allah kelamı olamaz” diyerek kuranın lafzını inkâr etme cüretinde bile bulundu ve bulunmaya devam ediyorlar.

Bütün bunları anlatırken elbette ki zayıf ve uydurma hadisler olduğunu kimse inkâr etmiyor.  Tam da bu noktada hadis inkârcılarına “hadis usulü” okumalarını tavsiye ederim. Öyle ya o zaman kuranı korumada samimi olduklarını daha iyi anlamış oluruz. Çünkü Hadis Usulü, hadisleri güvenirliklerine göre ayıklamak için en önemli kriterler ortaya koymaktır.

Yok, içerisinde birçok uydurma hadis var diye sahih olanları bile ret yoluna giderseniz o zaman sizin kurana karşı samimi olmadığınız da meydana çıkmış olur. Bir örnek vermek istiyorum: Diyelim ki bilgisayarınıza virüs bulaştı ne yaparsınız. Bilgisayarınızı tamamen devre dışı bırakıp artık bunu kullanmayız deyip onu hurdaya mı çıkarırsınız yoksa virüsten korumak ve temizlemek için gerekli tedbirler mi alırsınız? Uydurma hadisleri bir virüs gibi düşünelim bir an. O zaman bunun anti virüsü hadis usulünü bilmek ve ona göre gereken önlemleri almak değil midir yapmamız gereken?

Dinin kabul edilen diğer 2 kaynağı icma ve kıyasın dayanağı ise kuran ve sünnetten başkası değildir.

İcma, müçtehitlerin Hz. peygamberin vefatından sonra herhangi bir devirde şer’i bir hüküm hakkında görüş birliğine varmalarıdır. Bunun da elbette ki bazı şartları vardır.  Bunların en önemlisi;   müçtehit olmayanların ittifaklarının kabul edilmemesidir. Müçtehit dini meselelerde mükemmel bir ilmi donanıma sahip olmasının yanında o bilgiden hüküm çıkarabilme yeteneği ve kabiliyetine de sahip olması gerekir. Ayrıca dini konuların dışında ki meselelerde görüş birliği delil sayılmaz.   Kurana uyduğunu söyleyenlerin bu çerçeve de çoğunluğun ittifak ettiği bu meseleyi Enam 116. ayetinde belirtilen çoğunlukla kıyaslamak akıl yoksunluğundan başka bir şeyle izah edilemez.  Ayrıca bu gibi icma edilen meselelerde zan yok, kuruntu söz konusu değil, temelsiz ve dayanaksız körü körüne kabul etmekte yok. Hele hele yalan asla... Çünkü bizim ana kaynağımız kurandır sonra sünnettir İcma buna  göre verilir ve dinin temel kaynaklarından kabul edilir.  

Kıyas ise hakkında ayet ve hadislerde bir hüküm bulunmayan bir meselede ortak özelliklerinden dolayı hakkında hüküm bulunan bir mesele ile karşılaştırmak onun hükmünü buna da vermek demektir. Örnek olarak şarap kuranı kerimde yasaklanmıştır. Daha sonra kıyas yoluyla rakı votka, viski ve bira gibi şeylerinde sarhoşluk veren şeyler olması nedeniyle yasaklandığını anlıyoruz.  Hepsi bu kadar açık ve net…

Şimdi bütün bu gerçeklere rağmen “kuran her şeye yeter” diyenlerin durumlarını iki şekilde yorumlayabiliriz:

 Birincisi: Oryantalistlerin değirmenine bilerek veya bilmeyerek su taşımaktır bunların gayesi.

İkincisi: Kuranı asıl bağlamından uzaklaştırıp onu istedikleri şekilde yorumlayıp uyduruk bir din icat etmektir.

Hani onlar hadis ve sünneti, İcma ve kıyası dinin kaynağı görenleri tevhit dışı; uydurulmuş din olarak görüp kendilerinkine de indirilmiş din olarak nitelendiriyorlar ya, aslında iyice incelendiğinde tam tersinin olduğunu görürsünüz. Yani asıl uydurulmuş dinin müntesipleri kuran kılıfıyla sadece aklı önceleyen, nefsperest, peygamberin görevinin öldüğünde bittiğini iddia edip ona ortaklık etmeye çalışan, kuralsız ve kontrolsüz bir yorumlamayla ilim ve inanç disiplininden yoksun insanlardır.  

Sözümüzü şu uyarılarla bitirelim ki bunlar, delalet çukurunda ki nice insanları hidayetle buluşturdu. Nefsin ve şeytanın tuzaklarından muhafaza etti. İstikamet üzere ömür sürmeye vesile oldu: Peygamberimiz,  son hutbesi olan Veda Hutbesinde şöyle buyurdu:

“Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.”(Hâkim,1/93).

 Bu iki ana kaynaktan sonra başvurulacak diğer iki kaynağı da Muaz B. Cebeli Yemen’e vali tayin ettiğinde belirtti. Muaz b. Cebel’e:

"Sana hâlli için herhangi bir dava getirildiği zaman nasıl ve neye göre hüküm verirsin?" diye sordu. Hz. Muaz:

"Allah'ın kitabındaki hükümlerle hüküm veririm." dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz:

"Eğer Allah'ın kitabında onunla ilgili bir hüküm bulamazsan neye göre hüküm verirsin?" diye sordu. Hz. Muaz:

"Resûlullahın sünnetine göre hüküm veririm." dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu sefer:

"Resûlullahın sünnetinde de onunla ilgili bir hüküm bulamazsan, ne yaparsın?" diye sordu. Hz. Muaz:

"O zaman, kendi görüşüme göre içtihad eder, hüküm veririm." dedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz bundan son derece memnun oldu. Bu memnuniyetini şöyle ifade etti:

"Allah'a hamdolsun ki, Resûlullahın elçisini, Resûlullahın razı olduğu şeye muvaffak kıldı." (Tabakât, 3:584; Müsned, 5:230; ibn-i Kesîr, Sîre, 4:199.)

Selam ve dua ile…

Facebook Yorum

Yorum Yazın