Camilerde Cemaatin Azalmasındaki Sebepler Nelerdir?

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Camilerde Cemaatin Azalmasındaki Sebepler Nelerdir?
Diyanet İşleri Başkanlığı, 1-7 Ekim tarihleri arasını içeren Ekim ayının ilk haftasını 1986 yılında "Camiler Haftası"olarak ilan etmiş, o tarihten itibaren bu haftayı "Camiler Haftası" olarak kutlamıştır. 2003 yılında adı geçen haftanın başlığına "Din Görevlileri" de ilave edilerek bundan böyle "Camiler ve Din Görevlileri Haftası" olarak kutlanmaya başlanmıştır. Doğrusu, müminin hayatında önemli bir yeri bulunan câmiler; ve bu değerli mekânlarda görev yapan din görevlilerine ait bir haftanın tahsisi ve kutlanması, toplumsal farkındalık oluşturması adına önemlidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı, 1-7 Ekim tarihleri arasını içeren Ekim ayının ilk haftasını 1986 yılında "Camiler Haftası"olarak ilan etmiş, o tarihten itibaren bu haftayı "Camiler Haftası" olarak kutlamıştır. 2003 yılında adı geçen haftanın başlığına "Din Görevlileri" de ilave edilerek bundan böyle "Camiler ve Din Görevlileri Haftası" olarak kutlanmaya başlanmıştır. Doğrusu, müminin hayatında önemli bir yeri bulunan câmiler; ve bu değerli mekânlarda görev yapan din görevlilerine ait bir haftanın tahsisi ve kutlanması, toplumsal farkındalık oluşturması adına önemlidir.

Bu yıl da Ekim ayının ilk günlerinden beri Diyanet İşleri Başkanlığı'nın merkez ve taşra teşkilatlarınca organize edilen programlarla birtakım etkinliklerde bulunuldu. Basında da -konuya dair kaleme alınan yazılarla- bu haftanın önemine; camilerin hayatımızdaki yeri ve değerine değinildi. Gündemin yoğunluğu sebebiyle ancak bugün ele almak durumunda kaldığımız bu önemli konuya biz de farklı yönlerden yaklaşmaya çalışacağız.

CÂMİ VE MESCİD KELİMELERİ ÜZERİNE KISA BİR AÇIKLAMA

Önce câmi kelimesi üzerinde durmak isteriz. Câmi, "cem eden, bir araya derleyip toplayan" demektir. Bilindiği üzere Allah Teâlâ'nın güzel isimlerinden biri de el-Câmi'dir. Bu isim, tüm varlıkları, birbirine zıt kutuplarda bulunmalarına rağmen ve yine insanları, farklı renk, dil, kültür gibi ayrı ayrı ve muhtelif özellikler taşımalarına karşılık bir arada toplama kudretinin ifadesidir. Aynı zamanda bu isim, mahşer gününde tüm insanları bir araya toplama (haşr) kudretine de işaret eder. Dolayısıyla câmiler, Allah Teâlâ'nın bu güzel isminin tecelli ettiği, sınıf, renk, statü, mertebe gibi farklılıkların ortadan kalkarak, yine O'na, ibadet maksadıyla yönelindiği mekânlardır diyebiliriz.

Mescid ise "secde edilen yer, secde mekânı" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla her bir câmi aynı zamanda bir mesciddir. Çünkü orada Allah'a secde edilmektedir.

Kur'ân-ı Kerim'de müminlerin Allah'a ibadette bulundukları mabedlerin genel olarak adı mescid'dir. İlgili ayetlerde geçen, "Allah'ın Mescidleri, Mescid-i Haram, Mescid-i Aksâ" ifadeleri (Bkz. Tevbe,18; İsrâ,1) bize bu konuda bir fikir verir.

Peki, câmi kelimesi kültürümüze nasıl mal olmuştur? Doğrusu, bu konuda İslam ülkeleri içinde, "namaz kılınan, ibadet edilen mabed" anlamında "câmi" kelimesini kullanan nâdir bir ülke ve millet konumundayız. Tarihe baktığımız zaman Anadolu'da ve Osmanlı Devletinin hükümran olduğu bazı bölgeler (Balkanlar, Rumeli) dışında daha ziyade mescid kelimesinin kullanıldığını; şanlı ecdâdımızn ise hem câmi hem de mescid kelimelerini farklı anlamlar yükleyerek birlikte kullandıklarını görmekteyiz. Peki, yüklenen bu farklı anlamlar nedir?

Ecdâdımız, içinde sadece beş vakit namazların kılındığı mabedlere "mescid" adını vermiştir. Sözgelimi, "Bakırcılar Mescidi"… Bakırcılıkla uğraşan esnafın ibadetini ifa ederek işinin başına döndüğü, vakit namazların edâ edildiği küçük ve mütevazı bir mabed… Ancak, insanların yüksek sayıdaki bir katılımla bir araya toplanarak Cuma namazlarını kılmalarına imkân verecek büyüklükte bir mabed olduğunda ona "câmi" ismi verilmiştir. "Nuruosmaniye Camii" gibi... Şayet bu câmi bir padişah ve devlet büyüğü (Sultan) tarafından inşa ettirilmişse o zaman bu tür câmiler "Selâtîn Câmii" vasfını kazanmıştır. "Sultanahmet Camii" gibi… Kısacası, kültürümüzde, diğer İslam ülkelerinde rastlanmayan bir "câmi-mescid" ayırımı vardır ve bu durum bazı istisnalarla beraber hâlâ yaşamakta ve yaşatılmaktadır. Ne var ki, verilen isim ne olursa olsun, câmi ve mescidler Sevgili Peygamberimizin ifadesiyle "Yeryüzünde Allah'ın sevgisine en çok mazhar olan yerlerdir."

CÂMİLER MÜ'MİNLERİN HAYATINA NASIL YÖN VERMEKTEDİR?

Câmiyle barışık bir mümin için burası Rabbi'nin evidir. Çünkü her bir câmi, temellerinde Hz. Adem'in; duvarlarında Hz. İbrahim ve Hz.İsmail'in; harcında Hz. Hacer'in; Hacerül Esved'de Hz. Muhammed'in izleri bulunan Beytullah'ın bir şubesidir… Sabah namazını edâ ettiği camiden çıkarak güne başlayan mümin için câmi, ona aynı zamanda yön de tayin eder. Bu yön gündelik hayatına başlarken, "Allah'a güzel kul olmanın" zevkini bahşeder her şeyden önce… Çünkü biliyoruz ki, Allah'ı zikretmek, O'nu anmak ve tesbih etmek, insan ruhunun gıdası ve aynı zamanda sıkıntılarını giderecek ilacıdır ve en güzel zikirler/tesbihler namazdadır. Namazın en makbulü ise câmide cemaatle kılınandır. Dolayısıyla, câmiler müminlere "güzel kulluk" hususunda önemli bir "yön tayin edici" unsurdur diyebiliriz.

Bir ân için, câmilerin icra ettiği dinî ve sosyal fonksiyonlarının sona erdiğini düşünelim. Ezan sesinin duyulmadığı minareler, kapısını müminlerin açmadığı câmiler, aynı zamanda toplumda pek çok şeyin de kapısına kilit vurulduğuna işaret eder. Çünkü hangi taraftan bakılırsa bakılsın, câmiler dinî ve sosyal hayatımızın en önemli dinamiklerinden biridir. Orada verilen vaazların, îrad edilen hutbelerin, ihya edilen kandillerin, kılınan namazların, fert ve toplum hayatında önemli bir yeri vardır. Bunun en canlı ve en manidâr örneğini çok değil, sadece bir yıl önce yaşadığımız meş'um darbe girişiminde en yalın şekliyle müşahede ettiğimizi söyleyebiliriz. 15 Temmuz'da hain darbe teşebbüsünün yaşandığı o gece, câmilerden semaya yükselen salâların mâneviyatı takviye edici özelliğiyle nasıl bir yönlendirici unsur olduğunu kim inkâr edebilir?

İSLÂM TARİHİNDE MÜ'MİN VE CÂMİ İLİŞKİSİ

Sevgili Peygamberimiz (sav) hicret hadisesinden sonra Medine yakınlarındaki Kubâ köyüne ulaştığında hemen ilk iş olarak bir mescidin yapımının emrini vermişti. Medine'ye yerleştikten sonra da şimdi bizlerin Ravza-i Mutahharaolarak bildiğimiz Mescid-i Nebevi'nin arsası satın alınarak buraya bir mescid inşa edildi.

Asr-ı Saadet'e baktığımız zaman bu mescidin, gelen vahyin insanlara iletildiği, bazı konuların istişare edildiği, alınan kararların uygulandığı mekân olduğunu görmekteyiz. O halde Asr-ı Saadet'teki bu özelliğine bakarak camilerin, namaz için insanları cem eden bir yer olmasının yanında, çok yönlü bir mekân olması gerektiği de anlaşılmaktadır. Bu itibarla, câmiler, yerine göre bir okul, yerine göre bir buluşma ve istişare mekânı, yerine göre de bir ibadethane vazifesi görmelidir.

İnsan için dinî duygunun en yoğun yaşandığı yerlerin başında da câmiler gelir. Çünkü burada, her bir müminin kendinden kattığı güzelliğin bir kartopu haline gelmesi, büyümesi ve bu manevi havanın herkesi sarıp sarmalaması da söz konusudur. İşte Asr-ı Saadet'te mescid böyle bir fonksiyon icra etmekteydi…

İslam Tarihinde mümin-câmi ilişkisine baktığımızda, doğrusu bu konuda ilk zamanlar aynı havanın teneffüs edildiğini, özellikle büyük İslam âlimlerinin, hadis ve tefsir mütehassıslarının, müctehid ve fakihlerin, hep camilerdeki ders halkalarında yetiştiklerini görmekteyiz. Mekke, Medine, Kudüs, Buhara, Semerkand, Bağdat, Kahire, Endülüs ve İstanbul gibi şehirler, aynı zamanda mescid ve câmileriyle de ünlüydüler. Binlerce öğrencinin eğitim gördüğü yüzlerce câmi, her şeyden önce bir ibadet mekânı olarak mümin-câmi birlikteliğine en güzel örnekti aynı zamanda… Fakat sonradan İslam dünyasında baş gösteren siyasi çalkantılar ve üzücü olaylardan câmiler de nasibini almış, böylesine manevi yönü her şeyden önce gelmesi gereken mekânlar, maalesef birtakım siyasi emellere alet edilmişlerdir. Bu hatalı ve can yakıcı sonuçlara sebep olan siyasi anlayışlar Hâricîlik ve Şiîlik olarak ortaya çıkmış ve en çok Ortadoğu'da kendini göstermiştir. Neticede, "Allah'a ibadet" ile anılması gereken câmiler, günümüzde karşıt görüşteki kişilerin bombalarıyla/silahlı saldırılarıyla insanların "hayatlarını kaybettiği yerler" olarak haberlere konu teşkil etmiştir maalesef…

ÜLKEMİZDE CÂMİLER NİÇİN BOŞ KALMAKTADIR?

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın gerçekleştirdiği kapsamlı bir araştırmanın sonuçlarını yayınladığı Türkiye'de Dinî Hayat Araştırması Raporu'nda da belirtildiği üzere (bkz. s.48-50) beş vakit namaza devam ve buna bağlı olarak cemaate iştirak oranında önemsenecek bir yetersizlik söz konusudur. Kanaatimizce bu konuda birçok faktör rol oynamaktadır. Birincisi, dış faktörlerdir. Bugün, psikolojik ve sosyolojik nitelikteki araştırmalar, "dinin, insan için ne denli önemli olduğunu, insanların din gerçeğini göz ardı edemeyeceğini, dinin her geçen gün sosyal hayatta daha çok "yaşanan" bir realite olduğunu" ortaya koysa da küreselleşen dünya, yeryüzünü "koca bir köy" haline getirmiştir. Medya ve internet; iletişim ve bilişim çağında özellikle genç insanın en çok manevi yönünü vurmuş ve tahrip etmiştir. Dolayısıyla din, hayatımızda sosyal ve psikolojik bir realite olarak vardır diyebiliriz, ama bu dini hayatımıza tatbik noktasında bizi engelleyen pek çok faktör ile karşı karşıyayız aynı zamanda... Sadece bir örnek verelim. Çocukluk yıllarımızda siyah-beyaz televizyonlar vardı. Bizler, hem namazımızı kılmak hem de seyrettiklerimizi kaçırmamak için ince bir planlama yapardık. O günlerde bile televizyon tutkusu, kişileri çoğu zaman camiye gitmekten alıkoyardı. Şimdi düşününün ki, sayısı bini aşan kanallar yanında bir de internet ve sosyal paylaşım ağları var. Geçtik camiye gitmekten, kendisini bu ağların, manevi hayatımıza ciddi zararları olan "tutku"lardan ve tutsaklıklardan kurtarıp da vakit namazını kılan kaç kişi var, televizyon ve bilgisayara sırtını dönebilme başarısını göstererek?... Yine şöyle bir soruyu eklemek durumundayız. Bunca televizyon kanalı içinde faydalı, temiz ve kişinin manevî-ruhî hayatına olumlu katkıları olan yayınlar yapan kanal sayısı yüzdelik oranla kaçtır acaba?Bu konudaki açık ve net dezavantaj bile, insanların dine ve dinî değerlere uzak kalmasının sebeplerinden biridir kanaatindeyim.

Camilerin neden boş kaldığı sorusunun cevabında birçok faktörden söz etmiştik. İkinci olarak camilerde görev yapan din görevlilerinin de bu konuda rol oynadığını düşünüyoruz. Bu mükemmel din, ancak en güzel ve en mükemmel anlatımla tanıtılmalıdır, tüm insanlığa ve aynı zamanda tüm Müslümanlara… Çünkü en son ve en mükemmel din olan İslam'ın bir revizyona ve reforma ihtiyacı yoktur. Revizyon, yani yeniden gözden geçirme bizlerin tekdüze giden anlayışımızda, donup kalmış ve değişime kapalı bakış açılarımızda olmalıdır. Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: "Allah işini mükemmel yapan kulunu sever." Kim hangi işi yapıyorsa onu en güzel ve en mükemmel haliyle yaparsa bu sevgiye nail olacaktır. Dolayısıyla din gibi mukaddes ve mübarek bir görevin sahibi olan din görevlisi, her ne kadar yaptığı işten dolayı bir maaş alıyor olsa da yerine getirdiği bu görevin, aynı zamanda "bir mukaddes hizmet" olduğunu düşünmesi ve herhangi bir hizmete anlam ve ruh kazandıran en önemli unsurun da "içtenlik ve gönüllülük" olduğu unutulmamalıdır. Din görevlisi her şeyden önce samimi bir "din gönüllüsü" olmalıdır. Ecdadımızın deyimiyle "kendisi mütevazı, himmeti âlî" olmalıdır. Alçakgönüllü, fakat hedefleri ve idealleri büyük olmalıdır. O, yaşadığı çağın özelliklerini bilen, mesleki bilgisi yanında, genel kültürüyle insanlar nezdinde kabul gören biri olmalıdır. Böylesi özelliklere sahip her bir din görevlisi sadece mahallesindeki komşularıyla birebir ilişki kurarak camiye devam hususunda nasihat, tavsiye ve telkinde bulunacak olsa bile, inanıyoruz ki camisindeki cemaat sayısında ciddi bir artış gerçekleşecektir.

MÜ'MİNLER CAMİLERLE NASIL BARIŞIK HALE GETİRİLEBİLİR?

Konuyla ilgili olarak Asr-ı Saadet'teki uygulamalara bakmamızda fayda vardır. Peygamber Efendimizin (sav) imam olarak namaz kıldırdığı Mescid-i Nebevi'de erkeklerin ardından çocuklar, onlardan sonraki saflarda ise kadınlar namaza dururlardı. Sadece Cuma ve bayram günleri değil, yatsı ve sabah namazları da dâhil olmak üzere vakit namazlara çocuklar ve kadınlar da iştirak ederlerdi. Konuyla ilgili birçok hadis ve yaşanan hatıra, Asr-ı Saadet'te kadınların ve çocukların aktif bir şekilde camide ve cemaatte yer aldıklarını ortaya koymaktadır. Öte yandan, Sevgili Peygamberimizin (sav) İslam hakkında bilgi almak maksadıyla Medine'ye gelen Necranlı Hristiyanların mescidde kalmalarına izin vermesi ve ibadetlerini icra etmelerine müsamaha göstermesi de dikkatimizi çeken ayrı bir konudur. Asr-ı Saadet'teki bu uygulamalardan çıkarabileceğimiz neticeler şunlardır: Peygamber Efendimiz (sav) misafir hristiyanlar için bile böylesine müsamahakâr davranırken, ümmetinin kadınlarını ve çocuklarını hiç ihmal eder mi? Elbette ki hayır… Dolayısıyla sonraki çağlarda birtakım sebeplerle kadınların camilere gelmeleri hususunda birtakım engeller oluşturulması neticesinde her geçen gün kadınların ve çocukların camilerden ayaklarının kesilmesi, Peygamber Efendimizin (sav) sünnet-i seniyyesine uygun bir durum değildir. Asr-ı Saadet'te, küçük çocuğu ağlayan annesine sıkıntı vermemek için bir sabah namazının ikinci rek'atinde okuduğu zamm-ı sûreyi kısa tutan Peygamberimizin ümmeti olarak bugün bizler, ağlayan çocuğu sebebiyle annesine karşı menfi yaklaşımda bulunan kimseler haline geldiysek, bunun üzerinde çokça düşünmek gerekir kanaatindeyiz.

Şimdi tekrar soralım: Erkeklerin, kadınların ve çocukların, kısacası tüm müminlerin camilerle barışık hale getirilmesi nasıl olacaktır? Soruya cevap olmak adına şunları söyleyebiliriz.

Ne zaman ki, fiziki şartları itibariyle kadınların da erkekler kadar rahat girip çıkabilecekleri, mahremiyet sınırları içinde ibadetlerini yerine getirebilecekleri, kendilerine tahsis edilmiş mekânlara sahip camiler inşa edebilirsek,

Ne zaman ki, çocukları azarlamayan, onların çocuksu davranışlarına hoşgörüyle bakabilen yaşlı ve yetişkin cemaate sahip olabilirsek,

Ne zaman ki, yaptığı farklı ve ilgi çekici etkinliklerle çocuklara camileri sevdirecek, zaman zaman onlara şeker, çikolata hediye eden din görevlileri yetiştirebilirsek,

Ne zaman ki, her vaazını, saatlerini ve belki de günlerini vererek hazırlayan, her bir konuşmasını emek mahsulü gayretlerle oluşturan vaizlere sahip olabilirsek,

Ne zaman ki, okuyacağı hutbeyi kendisi hazırlayan ya da hiç olmazsa merkezden gönderilmiş olan hutbeyi minbere çıkmadan önce birkaç kez okuyarak "içselleştiren", önce kendi içine "sindiren" imam-hatipler camilerimizde görev yaparsa, işte o zaman bütün müminlerin camilerimizle barışık hale gelmesine zemin hazırlamış oluruz.

Özellikle çocukların, küçük yaşlardan itibaren camilerdeki manevi havayı teneffüs etmeleri, topluca kılınan namazlardaki ruhani ortamı bizzat yaşamaları, aynı makamla okunan tekbirleri ve salavatları duymaları ve tekrar etmeleri, dini hayatlarının şekillenmesi adına son derece önemlidir. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın öncülüğünde kutlanan Camiler ve Din Görevlileri Haftası'nın son yıllardaki etkinliklerinde çocuklara yönelik projelerin bu konuda önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Aynı çerçevede, kadınların da camilerle barışık hale gelmelerinde yeni projelere ihtiyaç duyulduğunu da sözlerimize ekleyelim.

Sonraki yazımızda din görevlilerinin cami içinde ve dışında irşad faaliyetleri konusunu ele almayı düşündüğümüzü ifade ederek din gönüllülerine bu ulvi vazifelerinde muvaffakiyetler temennisiyle sağlık ve esenlikler dilerim.

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN
İmam Fettah ’Başkomiser’ yalanıyla yaşlı adamı dolandırmaya çalıştıÖnceki Haber

İmam Fettah ’Başkomiser’ yalanıyla yaşlı...

Erken sigorta emekliliği öne çekerSonraki Haber

Erken sigorta emekliliği öne çeker

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!