Muhammedül Emin

Muhammedül Emin

Mail: kardelenyucel@yandex.com

ASR-I SAADET’TE İNFAK ÖRNEKLERİ

Dinimize göre, kâinatın ve mülkün sahibi Allah’tır. Mülkün sahibi olan Allah, imtihan dünyasında dilediğine dilediği kadar kendi mülkünden yararlanma fırsatı vermektedir. Ömür verip sorumlu tuttuğu insanı nasıl, ne şekilde, hangi mekânda, ne ile imtihan edeceğini takdir eden Allah, mükemmel olarak yarattığı insanı eşit yaratmamış, dilediğini zengin dilediğini de fakir kılmıştır. Rızkı veren Allah, zengini infak yoluyla imtihan etmektedir. İnfak: “Allah'ın rızasını elde etmek amacıyla bir Müslümanın kendi malından fakir ve muhtaçlara ayni ve nakdi yardımda bulunması” demektir. Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah infakı:

“Allah yolunda infak edin. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın…” (el-Bakara 2/195) emri ile bildirmiş ve uyarısını yapmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.v) ve onun asr-ı saadetini oluşturan sahabiler, infak konusunda da çok hassas davranmış, büyük fedakârlıklar göstermiş ve “…Onlar hayırda birbirleriyle yarışırlar…” (Âl-i İmrân, 114) âyetine uyarak hayırda yarışmışlardır. Rasûlüllah’ın ve sahabenin infak örneklerinden bir kaçını burada sunmak istiyorum. 

Âişe vâlidemiz anlatıyor: “Biz bir kurban kesmiştik. Allah Rasûlü; “Bu kurbanı dağıt ya Âişe!” dedi. Akşamleyin Rasûlüllah geldi. “–Ne yaptın ya Âişe?” dedi. “–Yâ Rasûlellah! Bir kürek kemiğini eve bıraktım, hepsini dağıttım.” dedi. “–Ya Âişe! ‘Demek ki hepsi bizim oldu, yalnız kürek kemiği hâriç.’ buyurdu.” (Tirmizî, Kıyâmet, 33) 

Hz. Ömer (r.a) şöyle anlatıyor: “Hz. Peygamber bir gün bizlere sadaka vermemizi emretti. O sıralarda mal bakımından oldukça zengindim. Kendi kendime ‘Eğer Hz. Ebû Bekir’i geçebilmem mukadderse ancak bugün olabilir’ dedim ve malımın yarısını getirdim. Hz. peygamber “Aile efradına bir şey bıraktın mı?” diye bana sordular. ‘Evet, Ya Rasûlellah! Onlara da bir şeyler bıraktım’ dedim. Ne kadar bıraktığımı sorduklarında da ‘Bunun kadar da onlara
bıraktım’ dedim. Biraz sonra da Hz. Ebû Bekir geldi. Hz. peygamber ona da “Ey Eba Bekir! Sen aile efradına ne bıraktın?” diye sordu. Hz. Ebû Bekir de ‘Onlara Allah’ı ve onun resulünü bıraktım’ dedi. Bunun üzerine onu hiçbir zaman geçemeyeceğimi anladım.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 40/1678; Tirmizî, Menâkıb, 16/3675), demiştir.”

Bir gün bir dilenci, Hz. Ali’den (r.a.) bir şeyler istedi. Hz. Ali (r.a.), oğlu Hasan ve Hüseyin’e: “–Annenize gidip evdeki altı dirhemi alıp getirin!” dedi. Hasan ve Hüseyin, altı dirhem alıp babalarına getrdiler. Hâlbuki kendilerinin de bu paraya ihtiyacı vardı. Zira Hz. Fâtıma bu parayla un alacaktı. İhtiyaç sahibi olmalarına rağmen Hz. Ali, bu parayı dilenciye verdi. O esnada Hz. Ali’nin (r.a.) yanına devesini satmak isteyen bir kişi geldi. Ücretini sonra verirsin diyerek devesini Hz. Ali’ye (r.a) yüz kırk dirheme sattı. Aradan fazla zaman geçmeden başka biri çıkageldi ve deveyi iki yüz dirheme satın aldı. Hz. Ali (r.a.), yüz kırk dirhemi deveyi satın aldığı kimseye verdi, arta kalan altmış dirhemi de Hz. Fatıma’ya veri ve şöyle dedi: ‘“Her kim bir hasene ile gelirse ona, o yaptığı iyiliğin on katı vardır.” buyuran Hz. Peygamber vâsıtasıyla yüce Allah’ın bize vaat ettiği ihsânıdır.’ dedi.” (Ali el-Müttakî, VI, 572-573/16976)

Kısaca gönülden Allah’a bağlanıp infakta bulunanlar; “Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli, yedi başak bitiren ve her başağında yüz dâne bulunan bir tek tohumun hâli gibidir. Allah kime dilerse, ona kat kat verir…” (el-Bakara, 2/261) âyetinin muhatabıdırlar.(Ali Canik)

Facebook Yorum

Yorum Yazın