Abdullatif Acar

Abdullatif Acar

Mail: acarabdullatif@hotmail.com

DİN GÖREVLİLERİ HAFTASI MÜNASEBETİYLE…

 Camiler ve Din Görevlileri haftası münasebetiyle biraz tebessüm ve biraz da ders almak niyetiyle yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. 

      Bundan 20 sene önce bir köyde görev yapıyordum. Tabi ki her yerde olduğu gibi orada da beş vakit cemaate devam edenler olduğu gibi etmeyenler de oluyordu. Bazen sabah namazında sayılar aniden düşüyordu. Cuma ve bayram namazlarında öyle farklı yüzler oluyordu ki "Acaba siz bu köyden misiniz?" diyesiniz geliyordu.

    Sabah namazına gelmeyenlerden biriydi Mustafa amcamız.

 Bir gün kendisine "Mustafa amca cemaat olarak karar verdik; sabah namazına camiye gelmeyenlerin evine gidip sabah çayını orada içeceğiz" dedim. 

    Mustafa Amca,  yüzünde ki ifadeden “Öyle şey mi olurmuş” anlaşılsa da kendinden emin bir tavırla:   "Buyurun gelin, ne demek başımın üstüne" diye cevap verdi. 

 "Ne yani bu sözünüzden sabah namazına gelmeye niyetim yok mu demek istiyorsunuz." dediğimde;

  "Yok, yok hocam elbette ki gelirim. Zaten şeytanı yenip, üzerimde ki ölü toprağını atmak istiyorum" dedi.

   "İnşallah" deyip ayrıldım yanından.

   Ertesi gün sabah namazında bir tarafta gözüm Mustafa Amcayı arıyor bir taraftan da şayet gelmemişse çay içmek için evine baskın yapmanın uygun olup olamayacağını düşünüyorum.

    Mustafa amca kendi ifadesiyle ölü toprağını üzerinden atamamış, iradesine yenik düşmüş olacak ki  o gün sabah namazında cemaate iştirak edememişti.

   Namazı kıldıktan sonra cemaatle kısa ve yeniden bir istişare neticesinde Mustafa amcanın kapısına dayandık.

    Lambalar yanmıyor. Belli ki namaz kılıp uyumuşlar veya namaza bile kalkamamışlardı.

 Kapısını vurmak bana düştü tabi ki. Bir iki derken ses seda yok... Üçüncü defa vurduğum da sesler gelmeye başladı. İçeride hanımı "Bismillah, bismillah, hayırdır! Bu saatte bunlarda kim? Kalk hele Mustafa, kapıyı aç" dediğinde Mustafa amca biraz korkulu bir bakışla gözlerini ovalayarak kapıyı açtı.

    “Hayırdır hocam bu saatte…

    "Mustafa amca dün söylediğimiz gibi sabah namazına gelmediğin için çay içmeye geldik" dedim.

   Kısa süren bir şaşkınlıktan sonra buyur etti tabi ki. Gösterilen boş  bir odaya geçtik.

   İçerde ki odaya bir soluk girerek hanımına "Kalk hanım, çay hazırla hoca efendi cemaatiyle çay içmeye gelmiş." dedi.

    Hanımı: “Bu saatte mi? Allah, Allah hem de cemaatle...! 

  "Kalk hanım, sonra anlatırım" deyip kalkmasında  acele etmesini isteyince hanımı kalkıp kısa bir süre içerisinde çay  ve yanında bir şeyler hazırlayıp getirdi önümüze.

   Çayımızı içip duamızı ettikten sonra fazla bir şey söylemeden teşekkür edip ayrıldık.  Öyle ya bundan öte söz mü olur. Misafirperverlik, saygı, sevgi, samimiyet,  kabullenme;  her şeyden önce bunları iyi niyetle kullanarak farklı  bir o kadar etkili birazda yörenin geleneğini yansıtan bir tebliğ metodu... 

    Neyse, neticeye bakalım. 

    İkinci gün... Erken saatler.  Ezan okunmasına bir sat var.

    Lojman caminin yanında… Pencereden bakınca caminin kapısı görünüyor.

    Dikkatimi çekti; bir adam o tarafa bu tarafa geziniyor. Hava soğuk, ellerini ovuyor, üşümüş belli ki.

   Hemen lojmandan çıkıp yanına vardım. Baktım ki ne göreyim Mustafa amca! Sabah namazına gelmiş.   Hem de bir saat önceden.

   Çok sevindim. Ancak "Niye soğukta bu kadar erkenden geldin? Namaz vakti gelseydin" demeden edemedim.

   Şöyle Altan bir baktı, sanki "Biraz da bunun sebebi sensin." Der gibiydi.  “Hocam sorma!  Hanım akşamdan sıkı sıkıya tembih etti "Bak Mustafa ben ihtiyarım, uykudan uyanıp kimseye sofra hazırlamaya niyetim yok, erken uyu ki sabah namazına kalkabilesin... 

   Sonra gece uyanıp, uyanıp aynı şeyi hatırlattı. En son uyandığında ‘Daha namaza var’ dedimse de ‘Yok, yok! Ne olur ne olmaz uyur kalırsın deyip ısrar etti." Bende dayanamadım geldim."  Ve ekledi "Hocam yanlış anlamayın ne zamandır şeytanın bacağını kırmak istiyordum çay da vesile oldu işte.  Her şeyde bir hayır var."

    Ben hayırların en güzeli elbette namazdır." deyip camiyi açtım. Acele abdestimi alıp sobaya bir iki odun attıktan sonra derin derin muhabbete daldık Mustafa Amcayla. Yani anlayacağınız hem camiyi ısıttık hem de içimizi...

    O gün benim için çok özel bir gün oldu.

   "Peki, Mustafa amca devam etti mi sabah namazına?" dediğinizi duyar gibiyim.

     Elbet ki devam etti. Yani çay meselesi çoktan aşılmıştı ehamdülillah. Şimdi O, caminin en önemli müdavimlerindenmiş duyumlarıma göre. 

     Kim bilir belki Mustafa amca, geriye dönüp baktığımda tebessümle o günleri yâd ediyor,  bir bardak çay ve içinde asla bitmeyen din görevlisine karşı olan saygının semeresini almanın huzuru içerisinde olmanın onurunu yaşıyordur.

    Evet, bu saygı ve itibar hala var, inanın! Bütün saldır ve karalamalara rağmen milletimizin gönlünün bir köşesinde dine ve Din Görevlisine karşı yakınlık söz konusu. O muhabbet ateşinin üzerinde ki külleri süpürüp harekete geçirmek bizim elimizde.

   Günahın, isin, pasın, yalanın- dolanın, iftiranın ayyuka çıktığı, din düşmanlarının her hata ve kusuru bahane edip Din ve Diyanet’e saldırmayı kazanç gördüğü, ahlaksızlığın moda kabul edildiği,  ümmetin fesada uğradığı bir zamanda yaşadığımızı biliyoruz. Böyle bir zamanda bembeyaz sarık ve cübbemizi temiz tutmak zor ancak bizim farkımız zora talip olmak ve  zoru başarmak...

     Kendini bilmezler nedeniyle hizmette, gayrette, vefa ve sadakatte; samimiyet ve ihlâsta yorgunluk yaşamayalım!

     Hala, sarhoş elinde ki rakı şişesini bizi gördüğünde saklıyorsa bu, ümitlerin yeniden filizlenmeye müsait olduğunu gösteriyor.

     Namaz kılmadığı halde vurduğum vurduk, kırdığım kırdık misali söz de kabadayı takılanların cami imamını gördüklerinde ceketlerinin düğmelerini iliklediklerini ve saygıdan iki büklüm olduklarına da şahit oluyoruz.

      En yakın gördüğü arkadaşına, eşine dostuna anlatamadığı sırlarını bize döken insanlar öyle bir vebal yüklüyorlar ki sırtımıza bunu göz ardı etmek insafsızlık olur. 

   Size yük olan bazı istisnaları sırtınızda ağırlık bilip kalbinizi yormak yerine, gözlerini gözlerinize sabitlenmiş, bir tebessümle baktığınızda kurtulmak niyetinde olan nice insanların olduğunu unutmayalım!

  Görevli gibi hizmet etmek işi eksik algılamak olur. Çünkü bu görev gönüllü olmadan olmuyor. Onun için “Din Görevlisi” yerine “Din Gönüllüsü” kelimesini kullanıyoruz.

  İşin içinde gönül olunca uzaklar yakın oluyor. Zorlu yamaçların yorgunluğu tatlı bir anı gibi kalıyor belleklerinizde.

    Din adamı olmak gönül adamı olmakla mümkündür. Gönülden gönle giden yollar kapalıysa şatafatlı sözlerin, kürsülere yumruk atmaların, tahsil belgelerini başköşeye asmanın bir kıymeti olmuyor.

   Biz biliyoruz ki; sevgisiz tohum meyveye durmaz. Filizlenmeye müsait tohumlar bakım ister. Daha iyi meyve versin diye kurumuş fazlalık olan dalları budadığımız meyve ağaçları incinirse kuruyuverir. Yapmak için, yıkmak için değildir yolumuz. Adam seçme, adamına göre konuşma, hakkı gizleme hiç etik değildir bu görevde.

     Bizler insanların hatalarını yüzlerine vura vura onlara doğruyu kabul ettirmemizin mümkün olamayacağını, Allah’ın kudretini günah işleyenlerin başına inmek için hazır bekleyen bir kılıç gibi göstermenin kimseye faydası olamayacağınızı bilen insanlarız.

   "Kolaylaştırınız! Zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz! Birbirinizle anlaşın, iyi geçinin, ihtilâfa düşmeyin!" (Buharî, 3:72) Nebevi uyarısı şiarımız olmalı. İki şey arasında muhayyer kaldığımız zamanlarda günah olmadığı müddetçe kolayını tercih etmeliyiz. Sevgi dilini kullanmalı, insanların anlayacağı ve onların durumuna uygun olan bir yöntem ve üslubu benimsemeliyiz.

  "Habîbim! İnsanları Rabb-i Teâlâ'nın yoluna hikmetle (açık delillerle ve güzel vaazlarla) dâvet et. Ve onlarla muhkem ve güzel mukaddimelerle, mülâyim ve tatlı sözlerle mücadele et (ki dâvetin hüsn-i tesir hâsıl etsin)." (Nahl, 16/125) Buyuran Rabbimiz tesirli olmanın yolunu bizlere göstermektedir.

    İhlâs ve samimiyet sahibi insanın sözü tesirli ve inandırıcı olur. Aksi halde güvenin olmadığı yerde söz, anlamsız ve insanları yormaktan başka işe yaramaz.

 “Din samimiyettir” buyuruyor Allah resulü. Öyleyse din görevlisinin samimi olması olmazsa olmaz şarttır.

    En büyük önder, örnek, muallim ve imam olan Allah resulü kısa bir sürede insanları etrafına toplamasına vesile olan şey onun yufka yüreğe, müşfik bir kalbe tatlı bir dile sahip olmasıdır. 

 Bu hususu Yüce Allah şöyle ifadelendiriyor:

   “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.” (Âl-i İmran, 3/159)

    Kısaca;  bu ulvi vazifede başarılı olmanın ilk şartı; ilmi donanıma sahip olmak ve onu hayatımıza tatbik etmek; sonra sabır, yumuşak davranmak ve hoşgörülü olmak; tedricilik, iç derinliği, tevazu, muhasebe ve neticeyi Allahtan beklemektir.

   Bu vesileyle yazımı bitirirken Cami ve Din görevlileri Haftasını en içten dileklerimle kutluyor nice güzelliklere vesile olmasını yüce Allahtan niyaz ediyorum.

 Selam ve dua ile…

Facebook Yorum

Yorum Yazın