Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

KUR'AN OKUNUR İKEN!.. 

     Bütün yer yüzünü geziniz, dolaşınız, sanat alemlerine girip çıkınız, bir hayli meşhur olmuş sanatçıları dinleyiniz. Ressamların resimlerine bakınız, heykelcilerin heykellerini temaşa ediniz, lakin, tüm bunlar karşısında ruhunuz doymayacak, tatmin olmayacak, ekser kısmı boşlukta kalacak, boşa zaman kaybetmiş olacaksınız. 

     Arayacaksınız, ama bulamıyacaksınız!.. Ruhunuzun en deruni yerleri boşlukta boşa dönmüş, boşa zaman kaybetmiş olacaktır. Ama, yinede yollarda olacaksınız, bu ruhu, bu kalbi nasıl tatmin edebilir, nasıl doyururum diye çırpınıp duracaksınız. 

     Böylesi bir durum, tüm insanlık için geçerlidir. Batı için, ABD. için, Afrika ve Asya için geçerlidir. Hatta, daha ötelere gidiniz, Avustralya kıtasına uğrayınız, birde o mahalli dinleyiniz, estetik sanat eserlerini, müzikal alemlerini dinleyiniz, yine kalp ritminiz rahat ve rehavete kavuşmayacak, boşlukta olduğunuzu hissedeceksiniz!..  Şu alıntı yazıma dikkat etmeliyiz!.. 

     "... Kısacası Tevhid, coğrafi ve etnik farklılıklarına rağmen, İslami dünya görüşüne sahip  bütün sanatçılar için bir mihver, bir ortak yöndür.  

     Tevhide dayalı bu sanat anlayışının Kur'an'la olan ilgisi de gözden kaçırılmamalıdır. Zira Müslümanın fikir dünyasını oluşturan her şey, muhakkak KUR'AN'dan etkilenmiştir ve bu etki derinleştiği nispette ortaya estetik bir yapı çıkmıştır. 

      Kur'an okunurken onun ritminden, akıcılığından ve etkileyici belagatinden derin bir şekilde sarsılmayan Müslüman yoktur. Kur'an tilaveti dinleyeni öyle bir vecde sokar ki, ardı ardına gelen her bir ayet onu peşinden sürükler götürür, dinleyenin huzur, sükûn ve hayranlığı artarak derinleşir ve bu duygular tilavet boyunca sürekli tekrarlanır.

     Yine güzellik anlayışının standartları ve değerleri Kur'an-ı Kerim tarafından yoğrulup şekillenmemiş bir Müslüman tasavvur etmek de mümkün değildir. 

     Kur'an'ın Müslümanlarca " İ'câz " adı verilen bu özelliği bize  " Eğer sanat diye bir şey varsa , Kur'an bunun emsalsiz ve benzersiz bir örneğidir. " deme hakkını verebilecek niteliktedir. 

     Arap dili ve yazısı Müslümanların mukaddes kitabı Kur'an'ın dili ve yazısı olduğu için, yazı sanatı hızla yayıldı, pek çok üstadının ellerinde gelişti ve estetiğin zirvesine ulaşarak, İslam medeniyetinin bütün alanlarını ve Müslümanın günlük hayatının her yönünü doldurdu.

     Taşa, ağaca, kağıda, duvara, tavana, eve, dükkâna, mescide, camiye, her yere girerek bir halk sanatı oldu; idarecesinden yönetilenlere kadar herkesin en yüce hedef ve arzularından birisi, ömründe bir defa olsun Kur'an'ı baştan sona yazmadan ölmemekti.

     Estetiğe dönüşen Kur'an'ın bu derin etkisinden dolayı, asırlar boyunca köyler, kentler hiçbir zaman usta hattatlardan mahrum kalmadı. Bu etkinin bazen Müslüman olmayanlara da sirayet ettiği oldu ve estetik yönden büyük avantajlar sağlaması sebebiyle, Hristiyan İspanya , Fransa ve İtalya'da - yetersiz düzeyde  de olsa- Arap harfleri belli bir dönemde kısmen kullanıldı."  ( Ahir Zaman ilmihali, M. H. Kırbaşoğlu, sayfa 87-88) 

      Ne acı ki, sadece kendi ülkemiz, Kur'an harflerini bir tarafa atarak, İslâmî okur yazarlığı bitirmiş, yok etmiş, sonlandırmış bir ülke ve millet olmamız sebebiyle, neslimiz Kur'an harflerini yazmaktan mağdur ve mahrum bırakılmıştır. 

       Latin harfleri ile çalışılsaydı veya Kur'an alfabesi de varlığını korumuş olsaydı ne olurdu? Yasaklar, baskılar, tehditler kodese atmalar olmasaydı, köy mollaları apar topar derdest edilmeseydi ne olurdu? 

     Nice nice eski insanlarımızı, gün görmüş mollaları dinledikçe, onların kaçak göçek ezan okuduklarını duydukça, rahlelerin bile mahkeme salonlarında şahit olarak kullanıldığını duydukça tiksinmemek, ürkmemek, nefret etmemek mümkün değildir. 

      Köyün mollası, caminin tepesinde veya minaresinde Arapça ezan okuyacaktır. Minarenin dibine gözcü olarak koyduğu insan sayesinde ezanı Muhammediyyeyi okumakta, yoksa "  Tanrı uludur" gürültüsüyle yukardan aşağı inmektedir. 

      Ama, yukarı satırlarda da geçtiği gibi, İtalya, Fransa İspanya gibi ülkeler, Arapçayı yasak etmediklerinden ötürü, Arapça yazmayı, okumayı devam ettirmiş oldular. Ülkeler, milletler arasında bir tek Türkiye ve Türk insanı Arapçadan ve arapça yazmaktan resmen men edilmiş bu konuda cahil kalınmasına sebep olunmuştur. 

      Netice olarak;

      Tüm devlet erkanından istirhamımız, bu yanlışın düzeltilmesi, bu konuda bir yasak var ise, bir te'dip, bir korku bulunuyor ise, hemen üstüne gidilerek, o men yasasının çöpe atılmasıdır. 

     Afşin İlçesi Ashab-ı Kehf'in gönüllü hocası merhum Muhiddin Atalay'ı  burada rahmetle anıyorum, ruhu şad, makamı cennet olsun, Bir Arapça ezan yüzünden suratına akşedilen " Ezan tokadı" inşallah kendisine rahmet olacaktır. 

      Jandarma, nahiye müdürü, arapça okunan ezana hasım edilmiş, hocayıda mescid damında arapça ezan okur iken yakaladıkları için bir güzelce tokatlayıp, yüzünü, gözünü şişirmişlerdir. Kahrolasılar!.. 

        Sonra da, Miuhiddin hocayı bir köşeye çekerek, özür, af ve bağışlanmalarını isteselerde, onların bu özür dilemeleri, af istirham etmeleri, yapılan yanlışı, soytarılığı telafi etmemiştir. Bu gün bile duyduğumuz zaman, dinlediğimiz zaman tiksiniyor, nefret ediyoruz. 

     Ne demek, % 98'i Müslüman olan bir ülkenin hocalarına, köy mollarına reva görülün bu zulüm, işkence, eziyet ne demektir?.. Hangi insaf sahibi, hangi düşünen Müslüman böylesi bir zulmü kabullene bilir?.. Hasılı,

       Pakistan, İran, Afgan, Irak, Suriye vesair ülkelerin fertleri, yediden yetmiş yediye arapça okur iken, yazar iken, bizim milletin, zavallı zavallı onlara bakması ayıp değil midir? 

      Rabbimiz!.. Bu millet evlatlarına acısın, yâr ve yardımcısı olsun!... Selam ve dua ile...

     Şerafettin Özdemir.

Facebook Yorum

Yorum Yazın