Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

KUR'AN'I KERİM; YILDIZ HARİTASI GİBİDİR

" Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar." ( Bakara sûresi, âyet 269 )

Hikmet sahibi olmak, derin bilgi ile donanımlı bulunmak, ne büyük nimet değil midir? Lakin, günümüz insanı, Kur'an mevzuunda zayıf kalmış, onu incelemekten, okumaktan, eline almaktan ( çarpılırım) endişesi ile korkmaktadır.

Peki, nedir hikmet? Enine-boyuna, derin ve faydalı bilgiye hikmet denir. Yüce Allah'ın kendisine hikmet vermiş olduğu kimseler öncelikle peygamberler, ilmiyle amel eden âlimlerdir.

Bilgili olmanın en büyük değer verilen tarafı, insanlığa yararlı olmaktır. Resulullah (sav) bir hadisi şeriflerinde: " Yararlı bilgi isteyin, yararsız bilgiden Allah'a sığının" buyurmuştur.

Doğruluk, adalet, ihlâs, sevgi, saygı , ağırbaşlılık, başkalarına faydalı olmak, cömertlik, alicenaplık gibi yüksek vasıfları taşıyan kimseler de hikmet ehlinden sayılır.

İslam'a tam olarak inanan, Kur'an'ın emirlerini öğrenip noksansız olarak uygulamak için çaba sarfeden, tüm kötülüklerden uzak duran kimse hikmet sahibidir ve kendisine büyük hayır verilmiştir.

Teessürle belirtmeliyim ki, milletimiz bünyesinde çoğunluk olarak yaşamakta olan geleneksel, atalarcı İslamcılık mensupları, aziz Kur'an'ın, okunmasını, anlaşılmasını ve emirlerinin yaşanmasını pek de hoş görmemektedirler. Çünkü,

Onlar için, varsa da, yoksa da, üstadcılık, gelenek, atalarcılık, geleneksel anlatımlara ittiba, şeyhperestlik, mehdilik, Mesihlik, ağabeycilik mes'eleleri revaçtadır. Şimdi, isterseniz, M. Ö. Mengüşoğlu'nun bir yazısından alıntı yaparak, bu hususta, başlıktakı konuyu değerlendirelim:

" Reşit Rıza'ya atfen söylenen bir sözdür. O, " Kur'an yıldız haritası gibidir" dermiş. Nasıl ki gökteki yıldızların yeri her zaman sabit ve gece yolcularına yol gösterir bir mahiyet arz ediyorsa Kur'an kelimeleri de böyledir.

Onlardan her hangi birisinin yerini değiştirir yahut onu ortadan kaldırır veya yerine yenisini eklerseniz, hem gece yolcusunun hem de Kur'an okuyucusunun yolunu şaşırtırsınız.

Ünlü Japon düşünürü İzutsu'nun da belirttiği gibi Kur'an kelimelerinin tıpkı bir örümcek ağında gözlemlediğimiz minvalde, her birisinin bir diğeri ile sıkı ve kopmayan bir irtibatı vardır.

Örümcek ağına nereden girerseniz girin, bu lügat lâbirentinden ille bütün noktalara değerek, değinerek geçmek zorundasınız. Birbiriyle irtibatı olmayan tek bir santimlik ağa rastlayamazsınız.

İlahî hitap'ın bir mucizesi de zaten bu tevhidi boyutudur. İnsan düşünce, nazariye ve reyiyle alakalı her ne iş, davranış ve tutum varsa, bunların tümü, bir kere kalbin marifetidir.

İsterseniz sayalım ve bakalım; ben burada kaynak veremem, ama okuyucu lütfen tetkik etsin. Kur'an'a göre akletmek, kalbin işidir. Fikretmek, fıkhetmek, zikretmek, tedebbür etmek, teemmül etmek, tahayyül etmek de aynen öyledir.

Bitmedi mesela kimileri için der ki onlar görmez ve işitmezler. Ve arkasından ekler, onların kafalarındaki göz ve kulak değil, kalplerindeki organlar kör ve sağırdır, diyerek.

Anlaşılan odur ki insanı insan yapan ana melekenin genel merkezi kalptir. Bu kalp ise bazılarının sandığı gibi vücuda kan pompalayan yürek değildir. O, bir cevherdir ki yine Kur'an'da " ulül el bab" biçiminde geçen, Türkçeye sağ duyu, vicdan, akletmek olarak çevrilen " lüb" yani " öz" ile akraba bir cevherdir. Değil mi ki Kur'an'da "aklı selim" ifadesi yok, " kalbi selim" terkibi vardır.

Ben konuşma ve düşünme dilimi İlahî Hitap'ın öğretisinden edinme taraftarıyım. Zira onu gönderen beni benden daha iyi tanır diye düşünüyor, öyle biliyor ve öyle inanıyorum. Başkalarını da uyarıyorum buraya gelin diyerek." ( Haksöz Dergisi, Haziran 2008, sayfa 62-63)

Metin Mengüşoğlu'nu; böylesi muhteşem ve müthiş düşüncelerinden, görüşlerinden dolayı tebrik etmemek mümkün değildir. Sağ olsun, var olsun!..

Günümüz dünyasında yaşamış olduğumuz ızdırapların, sıkıntıların temelinde Kur'anî anlayışların, düşüncelerin bulunmayışıdır. Yani, geleneğin, atalarcılığın ağır basmasıdır..

Camilerimizde, mescidlerimizde, bir türlü bunlardan sıyrılıp da kendimize gelemeyişimizdir. Zaten, Müslüman olarak bir kendimize gelmiş olsak., Kur'an'ı yukarılardan indirip te elden ele, dilden dile anlamış olsak, vallahi kurtulmuş olduğumuz gün olacaktır.

Neslimiz kurtulacak, çocuklarımız, gençlerimiz refaha erecek, yarınlarını sağlama alacaklardır. Aksi halde, " böyle gelmiş, böyle gider" der isek, eminim ki, müzdarip olduğumuz hastalıklar aynen devam edecektir!..

Tabii ki, bundanda mes'ul ve sorumlu olacak, din adamları, kürsü insanları ve Başkanlığımız olacaktır!. İlahiyat mensupları olacaktır!.. Akademisyenler olacaktır!..

" Dikkat edilirse, neredeyse İslam'a olan düşmanlığı müsellem hale gelmiş bulunan resmi söylem ile bu camia arasında görünen " birlik ve beraberlik" çiler aynı dili kullanmaktalar. Burada ciddi ve önemli bir yanlışlık yok mudur?

O mucizevi kitap, yani Kur'an'ı Kerim bu soruna da değinmektedir. Hatırlarsanız" dinlerini fırka fırka yapanlar"dan, " her fırkanın kendi içerisindeki müsterihliği"nden söz eder.

Ve ne gariptir ki böyle parçacı mantık sahibi nice şaşkın insan, aynı zamanda " birlik ve beraberlik" teranesini dilinden düşürmemektedir. Esasen onların arzusu insanları Hak ve hakkaniyete, adalet ve iyi ahlaka davet değildir.

Herkesin kendi hizip ve meşrebi etrafında buluşup birleşmesini özlemektir. Herkesin kendisi gibi bir kulu efendi edinerek o meşrebin daralan dünyasında uşaklaşmasını, insana kul olmasını dilemektir.

Ve elbet yine herkesin ancak kendi efendisine bağlanırsa kurtulacağı imasını da eksik etmemektedirler.

Mesela papazlarla, süfli şarkıcılar ve ateist yazarlarla kurduğu kardeşlik (!) köprüsünü benimle bir türlü kurmayan, kurmak istemeyen bir Müslüman camia mensubunu, ben nereye koyacağımı bilmekte güçlük çekiyorum.

Adamlar mercan Dede namında Bursalı bir popçu şarkıcı ile kucak kucağa oluyor, ama sadece kendilerini değil, rastladıkları herkesi benden uzak tutmaya hususi ehemmiyet veriyorlar.

Sebep nedir? Çünkü ben, sizin efendinizin dışında da bazı kitaplar yazılıyor, onları da okuyan yahut efendinizin kitabı kadar hiç olmazsa Allah'ın kitabını da okuyun demekteyim. İşte bütün suçum . " ( a.g. d. sayfa 62-63)

Netice olarak;

Müminler olarak, Allah'ın Resûlü vasıtasıyla bizlere emanet etmiş olduğu Kur'an emanetine iyice sahip çıkmalı, onu çok çok okumalı, iyice anlamalı ve hayatımıza emirlerini yansıtmalıyız!..

Yansıtmalıyız ki, karanlık dünyamız, nahoş gidişatımız, düzensiz, nizamsız hallerimiz düzene girsin, hurafelerin ve bid'atlerin çıkış menfezleri kapansın!..

Kapansın ki, ümmeti Muhammed, ne idüğü belirsiz girdaplarda, sorunlu alanlarda, çıkmaz sokaklarda dolaşmasınlar!..

Dolaşmasınlar ki, kendileri huzurlu, evlad iyalleri mutlu olsunlar, İslam ile. Kur'an ile dop dolu yaşasınlar, yarınlardan bir endişeleri olmasın!.. Selam ve dua ile...

Şerafettin Özdemir

Facebook Yorum

Yorum Yazın