Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

Peygamberimizin Tesbihi Nerede?

PEYGAMBERİMİZİN ÇEKMİŞ OLDUĞU TESBİHİ NERDEDİR?..

     " Doğrusu ( ey insanlık)! Size kendi türünüzden bir Elçi gelmiştir ki o pek azizdir. Sizin zorlanmanız ona pek ağır geliyor. Üzerinize hassasiyetle titriyor; çünkü o mü'minlere karşı şefkat pınarı bir raûf, merhamet abidesi bir rahîmdir. " ( Tevbe sûresi, âyet 128)

     " Ya Rab! Muhammed de bir insandır! Her insan gibi o da kızıp öfkelenebilir! Kime kızmış ya da beddua etmişsem, onu o kişi hakkında bir ecir, bir rahmet, bir dua kıl!" ( Müslim, Birr 45/25 )

     Belki de, yazı başlığımız, bir kısım mü'min kardeşlerin kafalarında istifham meydana getirmiş olacaktır!.. " Peygamberin tesbihi de nereden çıktı?" diye.. Tabii ki, aziz peygambere tesbih atfetmek, tesbih çekiyordu demek, abesle iştigal olacaktır. 

       Hal böyle iken, tesbih denilen Budist artığını başta ne Resulullah (sav) çekmiş, nede tüm sahabe-i kiram böylesi bir hurafeyi görmemişler, kullanmamışlardır.

     Ama, ne hazindir ki, böylesi bir hurafe, tesbih denilen Budist artığı, günümüz dünyasında camileri, evleri doldurmuş durumdadır. Hatta, kimi mescid ve camilerimizde, özel tesbihlikler yaptırılmış, yığın yığın, kucak kucak tesbihler köşe başlarını tutmuş durumdadır. Şu alıntı yazım bu hususa benzer bir hurafeye temas etmektedir: 

     " Ömer b. Yahya dedesinden nakletmiştir: 

     Sabah namazından önce Abdullah b. Mes'ûd (ra)'un kapısında oturuyorduk. Evinden çıkınca beraber mescide yürüyecektik. Ebu Musa el- Eşarî (ra) yanımıza geldi:

     " Abdullah daha çıkmadı mı?" diye sordu. " Hayır" dedik. O da bizimle beklemeğe başladı. Derken Abdullah evinden çıktı. Hepimiz kalkıp etrafını sardık. Ebu Musa ona dedi ki: " Ey Abdullah! demin mescidde garibime giden bir olay gördüm. Fakat, bereket versin ki hayırlı bir iş olarak görünüyordu." 

     Abdullah " neydi o iş?" diye sordu. Ebû Musa: " Yaşarken ( beklersen) sen de görürsün" dedi. Sonra şöyle anlattı: " Mescidde halka olmuş cemaatler gördüm. Her halkada bir adam , elinde çakıl taşları olduğu halde komut veriyordu. " yüz defa tekbir" cemaat yüz tekbir getiriyordu. Sonra aynı adam: 

     " yüz defa Lâ ilahe İllallah!" diyordu. Cemaat emrin gereğini yerine getiriyordu. Sonra adam " yüz defa Subhanallah!" diye tekrar komut veriyor. Ve cemaat gene emre uyuyordu." 

     Abdullah: " Sen onlara bir şey söylemedin mi?" Ebû Musa: " Hayır hiç bir şey demedim. Senin görüşünü almak istedim." Abdullah: " Sen onlara: Siz o çakıl taşlarıyla günahlarınızı sayın ben size hayrınızı eksiltmeyeceğine garanti vereyim, diyemedin mi?" 

     Sonra Abdullah mescide yürüdü. Biz de beraber gittik. Mescide gelince bu halkalardan birine rastladı. Tepelerine dikildi. " Nedir sizin şu yaptığınız?" dedi. Onlar: " Ey Abdullah, bunlar çakıl taşları, tekbir, tehlil ve tesbihlerimizi sayıyoruz."  dediler. 

     Abdullah: " Siz o taşlarla günahlarınızı sayın, ben size hayrınızın eksilmeyeceğine garanti vereyim. Ey Muhammed ümmeti! Helâkiniz ne de hızlı yaklaşıyor. Hem de aranızda bu kadar sahabe varken, Resûlullah'ın kefeni daha nemlenmemişken, yemek tabağı henüz kırılmamışken... Beni kudretiyle saran Allah adına söyleyin: Siz, Muhammed ümmetinden daha mı fazla hidayette olan ümmetsiniz?... Yoksa siz dalâlet kapısını açanlar mısınız?..." 

     Onlar: " Ey Abdullah, Allah'a andolsun ki, bizim hayır işlemekten başka bir niyetimiz yok." dediler. Abdullah: " Nice hayır uman insan var ki asla umduğu hayrı bulamamıştır. Resûlullah " Kur'an okuyan, fakat okudukları kalplerine işlemeyen" bir topluluk tarif etmişti. Andolsun ki, sanki o tarife uyanların çoğunluğu sizin aranızda..." 

     Sonra onlardan yüz çevirip gitti... Amr b. Seleme dedi ki: " Nehrevân olayında bu adamların çoğunluğunu, Hârîcilerle beraber bize saldırırken gördük." ( Dârîmi, Sünen, Mukaddime 23, bab 210 nolu rivayet)  Vahiyden kültüre,  C. Vatandaş, sayfa 356-357)

     Netice olarak;

     İslam'ı ve Kur'anî tebşiratı, böylesi boncuk, cıncık, tesbih sayma işlerinden, hurafesinden kurtarmak, sonrasında ise öze dönmek her Müslüman bireyin asıl görevi olmalıdır.

     Ne hazindir ki, günümüz camilerinde, mescidlerinde ve evlerimizde öbek öbek tesbih boncukları asıl gaye haline getirilmiş, kalpler ihmal edilir iken, boncuk sayma, zikirmatik çıtlatmaları havalarda uçuşmaktadır. 

      Her camide ve mescidlerde görmekte ve şahit olmaktayız ki, tesbih denilen Budist artıkları ordan oraya atılarak havalarda uçuşmakta, elden ele dolaşan, virüs yüklü boncuklar ortamı kasıp kavurmaktadır. 

       Hatta, diyebilirim ki, selatin camilerde, dışarıda cenazeler cemaati bekler iken, içeride Müezzinlerimiz cemaatlere, boncuk saydırmakla iştigal etmektedirler!.. Rabbimiz".. Ümmeti ve bilhassa aziz milletimiz bu tür boncuk sayma ameliyesinden kurtarsın!... Selam ve dua ile..

     Şerafettin Özdemir

Facebook Yorum

Yorum Yazın