Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

ŞEFAAT!..

" Kim bir hayırlı davranış tarzı ( sünnet) ihdas ederse onun ve onunla amel edenlerin sevabını alır; kim de kötü bir davranış tarzı ( sünnet) ihdas ederse onun ve onunla amel edenlerin günahını alır." ( Nisâ sûresi, âyet 85 )

Resulullah (sav)'in; ümmetine şefaatı, sahabe-i kiramın şefaatı, alimlerin, bilginlerin, şehidlerin yevmi mahşer gününde , günahkârlara, mücrim kullara şefaat edeceği, yardımda bulunacağı öteden beri tartışılan, genelde de millet arasında rağbet gören bir anlayıştır.

Bilhassa, ülkemiz de, milletimiz arasında nice nice pir, ehli keramet, gavs, şeyh olarak bilinen ve inanılan kişilere baş vuruların, el etek öpmenin çoğu bu sebeple yapılmaktadır!..

Mes'eleyi; asr-ı saadet dönemine taşıyacak olursak, böyle bir anlayışın olmadığı, kimse kimseye yardım ve şefaat edeceğine dair her hangi bir ifade, söz, menkıbe bulunmadığı anlaşılmış olacaktır!.. Ancak;

" Geleneksel dini inanışa göre Peygamber (as), bazı insanların hiç hesap sorulmadan cennete girmeleri, bazılarının, cehennemi hak ettikleri halde af edilmeleri; kiminin, cezasını tamamlamadan cehennemden çıkması, kiminin cennette daha yüksek dereceler elde emesi, bir diğer kesimin ise, Allah katında daha üstün mevkiler kazanmaları için şefaat edecektir. Şefaat deyince anlaşılması gereken budur.

Geleneksel hadis uleması, şefaati beş kategoride açıklamıştır. Buna göre birincisi, Peygamberimiz Muhammed (as)'a mahsus olan, kapsamlı şefaattir. Mahşer gününde bütün insanlar sığınacak bir makam arayacaklar, en sonunda Muhammed (as)'a sığınacaklar.

O da, ümmetine şefaat edecektir. Buna büyük şefaat ( eş-şefa'atu'l-uzmâ) denmekte ve başka hiç bir peygambere ait olmayıp, sadece Peygamberimize mahsustur ve bütün yaratılmışları kapsayıcıdır.

İkincisi, her hangi bir topluluğun, hesap sorulmaksızın cennete girdirilmesi şeklindeki şefaattir. Bu da sadece Hz. Muhammed'e tahsis edilmektedir.

Üçüncü olarak, cehennem azabını hak etmiş bir topluluğa yapılacağı ileri sürülen şefaattir. Dördüncüsü, cehenneme girmiş bir günahkârı kurtaracak olan şefaattir. Beşincisi, cennet ehlinin derecelerini yükseltecek olan şefaattir.

Bu beş kategorinin şerh döneminde ona çıkartılarak genişletildiğini görüyoruz. Buna göre, Muhammed ümmetinden- tevhid ehli olduğu halde- günahkâr olup, cehennemi hak eden kimselere hem Muhammed hem de Allah'ın dilediği kimseler şefaat edecektir.

" Cehenneme giren günahkârlar'a da, hem Muhammed (as)'ın, hem diğer peygamberlerin, hem meleklerin ve hem de başka bazı mü'minlerin şefaat edeceğine inanılmaktadır. Telakkiye göre, cehenneme girmiş bazı insanlar, şefaatle cehennemden çıkarılacaklar.

Hz. Muhammed'in yanı sıra, diğer peygamberler, melekler, âlimler ve şehidler böyle bir şefaate yetkilidirler. On şefaat kategorisinden birisini, Medinelilere yapılacak şefaat, diğerini de Peygamber'in kabrini ziyaret eden ve ona çokça salâvat okuyan kimselere yapılacak şefaat oluşturmaktadır." ( İktibas Dergisi, Ocak 2011, sayfa 9-10)

" Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. ( O'na hiç bir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiç bir şeyi tam olarak bilmezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür." ( Bakara sûresi, âyet 255 )

Güncel hayatta, her defasında okumuş olduğumuz " Ayetel Kürsi" bunu beyan ederken, ne yazık ki, tarikatçı çevreler, efendi hazretçiliğine mensup müridan, menzil cemaatı, Feto'nun uşakları, Said-i Nursi'nin tilmizleri, üstadlarını, şeyhlerini şefaate ehil görmekte, sanki ellerinde yazılı bir ferman varmış gibi, böbürlene böbürlene çalım satmaktadırlar!..

Aziz Kur'an'da; " O'nun izni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir?" ( Bakara/255) buyururken, bize göre, Allah'ın katında kimin kim olduğu bilinmezken, tarikat şeyhlerine, Cübbelilere, Feto'lara şefaat iznini kim vermiş ola bilir, vermiş ise, bunu nereden anladık ve fehmeyledik?

Ayrıca, kul olarak, Müslüman olarak, daha dünyada iken, kulluk görevlerimiz belli iken, haram-helal konuları bildirilmişken; Müslüman birey, hayatta bunların hiç birini yapmayacak, ifa etmeyecek, bir gün varıp bir şeyhin elini öperek, cennete girmeye hak kazanacaktır!.. öyle bir durum abesle iştiğal, saçma değil midir?

Diğer taraftan, müridan kesimleri, şeyhlerine, efendi hazretlerine vermiş oldukları yetkiyi, selahiyeti, donanımı, ne Hz. Ebu Bekir'e, ne Hz. Ömer'e, ne Hz. Osman'a, ne Hz. Ali'ye, ne Hz. Hasan'a, ne Hz. Hüseyin ve binlerce sahabe-i kirama vermemektedirler!..

" İlk insan olan Âdem'e, kafasını kaldırınca cennetin kapısında Muhammed yazısını okutmakta ve Muhammed adıyla tevessül ederek, daha Âdem su ile toprak arasında iken Muhammed'e peygamberlik payesini verdirmektedirler.

Böylece tahrif içinde tahrif yapmaktadırlar. Allah'a, kendi ilahi iradesiyle affettiği ve cennete layık gördüğü kimseler için bir başkasını görevlendirerek, " haydi siz şunlara şefaat edin de ben de sizin şefaatinizi kabul edeyim" gibi bir abeslik izafe edilemez.

Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih etmek, bütün bu abeslikleri O'na nisbet etmekten kaçınmayı gerektirir. Peygamber (sav) şefaat edemeyince, onun dışındaki insanlara hayali şefaat yetkileri tanzim edenler, ne kadar büyük cürüm işlediklerini düşünmelidirler.

Ahirette insanların şefaatle kurtulacağına inanmak, aslında bilerek veya bilmeyerek Allah'ın adaletinden kuşku duymak anlamına gelir. Oysa Allah'ın adaleti mutlaktır ve O hiç kimseye, hurma çekirdeğinin üzerindeki ince bir iplik kadar bile haksızlık yapmaz." ( a. g. d, say. 13 )

Netice olarak;

Maalesef; şefaat anlayışı, aziz kitabımız Kur'an'a ve İslam'ın içerisine sokulmuş bid'at ve hurafelerin hemen hemen tamamında olduğu gibi, öncelikle ve özellikle Kur'an ayetlerinin yanlış yorumlanmasından, anlam verilmesinden kaynaklanmaktadır.

Bunun faydası vardır, İslam'a ve ayetlere zararı mı dokunmaktadır? Tabii ki, yüce Allah; insanları yaratmış, akıl ve düşünce vermiştir ki, kendisini tanısınlar ve sonra da, O'na iman ederek, kulluk görevlerini yapsınlar!.

Zaten, daha dünyada yaşarken, iyi bir kul olmuş, hakkı, hakikati yaşamış bir müminin , ne şeyhe, ne müride, ne şuna , ne buna yardıma ihtiyacı bulunmamaktadır.

Resululah (sav)'in; kızı Fatıma annemize söylemiş olduğu tenbihi hiç bir zaman hatırımızdan çıkmamalıdır.. " Yani " Kızım Fatima! Babam peygamber diye güvenme" sözü, hiç bir zaman hatırımızdan çıkmasın!.. Selam ve dua ile..

Şerafettin Özdemir

Facebook Yorum

Yorum Yazın