Sınırlı bir hayatı sınırsız yaşayamayız gençler...

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Sınırlı bir hayatı sınırsız yaşayamayız gençler...
İnsanın bedeni hazları, zevkleri, çıkarları hiçbir sınır tanımamaya başladığında, eskilerin egonun (nefsin) “ulûhiyet” iddiası olarak işaret ettikleri ve insanın kendisinde "tanrısallık" olduğu vehminin kuşatmasına düşer insan.

Ömür sınırlı, arzularımız ise nihayetsiz…

İnsanın bedeni hazları, zevkleri, çıkarları hiçbir sınır tanımamaya başladığında, eskilerin egonun (nefsin) “ulûhiyet” iddiası olarak işaret ettikleri ve insanın kendisinde "tanrısallık" olduğu vehminin kuşatmasına düşer insan... Bir diğeri de, “benim özgürlüğüm, senin sınırlarına kadardır” ifadesindeki yaygın hataya düşerler. İnsanların bir kısmı bu sınıra kadar her şeyin hakları olduğunu zanneder ve toplumun haklarıyla çizilen diğer sınırları fark edemezler... Mesela, seküler düzende de hukuk, görgü ve ahlak kuralları bu alanı düzenlerken hiç de gereksiz olmayan sınırlar koyar.

İslam ahlakı gibi, Protestan ahlak, Marksist ahlak veya Budist ahlak anlayışları da insanlar için sınırlar çizer. Hatta bütün otoriteleri reddetmeye çalışan ütopik anarşizm ve romantik diğer ideolojiler makro teoriden mikro uygulamaya geçişte ilk adımlarında bile düzen kurmaya çalıştılar ve sınırlar koymak zorunda olduklarını anladılar.

Bizim inancımıza göre, insan ontolojisine en uygun sınırları, insanın yaratıcısı bilir. Dolayısıyla, Yaratıcı, insan doğasının ve toplumun sınırlarının en doğru belirleyicisi olarak kabul edilir. En basit bir benzetmeyle, makinenin en iyi nasıl işe yarayacağını, kullanım kılavuzunun yazarı olan mucidin bilmesi gerekir.

Vahiy, akıl, hukuk, vicdan, görgü kuralları insanın bizzat kendisini korumak ve toplumu korumak adına, insanın tatminsizliğini ve açgözlülüğünü dizginlemeyi ve sınırlandırmayı öngörüyor. Onların sınırlandırmadığı bir Dünya, herkesin kendi aklınca ve hevesine göre yaşadığı, kıt aklınca rasyonalize ettiği cinayetlere, vahşet ve sapıklıklara, diğer hiçbir insanı umursamayan ve değer vermeyen vahşi bir egoizmin cehennemine döner. Dünyanın şu anki gidişi de bu yönü işaret ediyor.

Çok az sayıda erdem sahibi insan, kendini dış bir sebep olmadan sınırlandırabiliyor ve “ölçülü” bir hayat sürebiliyor. Platon aklın, Farabi vahyin ışığında “ölçülü” bir hayatı erdem olarak sunuyor.

İnancın manevi boyutu ile bir lütuf (hidayet) olmasının ötesinde, onun doğması, yeşerip filizlenebilmesi sosyo-psikolojik bir zeminin varlığını gerektiriyor. Fakat ortada ciddi bir mesele de var: Geçen yüzyıl Modernizm ve pozitivist felsefenin hırpaladığı inanç dünyamız, şimdi de "yaşama tarzı"na göre şekillenen bir inanca dönüşüyor. Yani “yaşadığına inanan” bir toplum ortaya çıkıyor. Olayın özeti bu...

Hz. Ömer’e ait olduğu söylenen “İnandığı gibi yaşamayan yaşadığı gibi inanır” sözünde ifade edildiği üzere, yaşadığı tarzın doğru yol olduğuna zamanla inanmak, günümüzde yaşanan hastalığın en güçlü semptomu. İnançta keskinlik ve kesin inançlılığın zemini de kendi yaşadığının mutlak doğru ve gerçek olduğuna inanmak. Bu da ayrı bir uç ve bahis.

Burada asıl kastettiğim: Yaşadıklarının zamanla meşru ve doğru olduğuna inanmak. En düşük hayatların bile yaşadıklarını haklı çıkarmak üzere muhteşem bahanelere dayanan tevilleri yok mudur? Nasıl mı?

İlk kez küçücük bembeyaz diye düşünülen bir yalanı, biraz daha büyüğü izler ve sonra daha büyüğü, daha büyüğü… Ve yalanda ustalaştıkça nefis (ego), bunu bir zekâ eseri olarak normal görmeye başlar.

Küçük hırsızlıklar, gittikçe büyür ve her birine akla yatkın, vicdanı rahatlatan masum birer kılıf da uydurulur. Rüşveti alan veren de kendine kılıf uydurur: Küçücük aklıyla “ben yapmasam da başkası yapacaktı” gibi şeytanın en kolay çelmesine takılır.

Katillere sorarsanız cinayeti işlemekte haklıdırlar. Cinayet anında onun zihni ve psikolojisi, bir cürmü ona makul hale getirmiştir. Beyin (heves/heva) cinsel sapkınlık ve düşkünlüğü de sıradanlaştırır ve bütün sınırları özgürleştiğini düşünerek kaldırır. O, özgürleştiğini söyleye söyleye arzularının, bağmlılık ve sapkınlıklarının esiri olmuştur bile.

İnanıyorsanız, inancınız da size sınırlar çizer. Hukuk kuralları nasıl sınırlıyorsa, aynen öyle inançlarınız da sizin ruh dünyanızı aşırılıklardan uzak tutmak üzere sınırlar: İsraf etme, fazla yeme, gereksiz konuşma, insanlara faydalı ol, zarar verme, dedikodu yapma, iyilik yap, adil ol, yalan söyleme gibi…

Kendi isteklerine hiçbir sınır olmaksızın uymak (heva ve heves), “özgürlük” gibi cezbedici ve büyüleyici sloganik kalıplarla insanların zihinlerini bir balon gibi şişerek dolduruyor. Günümüzün hedonist/hazcı ve sınırsız çılgınlığı, doyurulamayan bir kalp ve mutsuzluğunun, o da psikolojik tatminsizliklerin, bunalımların ve intiharların kapısını aralıyor.

Maddi varlığımızdan çok da büyük bir ruh dünyamızın olduğunu ve onu besleyerek rızaya uygun şekilde, iyilikle (salih amel) beslemek gerektiğini sıkça hatırlamalı ve yaşça küçüklere de yaşayarak hatırlatmalıyız.

Hayatın amaçsız yaşanması bitmek bilmeyen sıkıntıların da kaynağı. Gençlere de kendimize de inancın değeri ve önemi, iç dünyalarına, gönüllerine dokunarak anlatılmalı, yaşayarak gösterilmeli. Onlara ulaşmanın yeni ve tertemiz yollarını bulmalı.

Başlamışken benzeri yazılarla devam edeceğiz…

 

 

 

Diyanetliler Platformu  Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ

Dini Haberler Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ

Diyanet Duyurular Sayfamız için TIKLAYINIZ

 

 

Prof. Dr. Yücel Oğurlu


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN
HÜRSAD'dan, Diyanet ve Bakanlıklar Görevini YapmıyorÖnceki Haber

HÜRSAD'dan, Diyanet ve Bakanlıklar Görev...

Cemaatler ile FETÖ'nün en Bâriz FarkıSonraki Haber

Cemaatler ile FETÖ'nün en Bâriz Farkı

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!