İMÂM-I RABBÂNÎ (k.s) Hazretleri

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
0
Hindistan’da yetişen meşhûr İslâm âlimi ve büyük velî, müceddid, müctehid ve İslâm âlimlerinin gözbebeğidir.

Asıl ismi, Ahmed b. Abdülehad b. Zeynel’âbidîn’dir. Lakabı Bedreddîn, künyesi Ebü’l-Berekât’dır.

Hazreti Ömer’in soyundan olduğu için, (yirmidokuzuncu torunudur) “Fârûkî” nesebiyle anılmış, Serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle, kendisine “Serhendî” nisbeti verilmiştir. Hanefi mezhebindendir. Nakşibendî tarikatında olup, bununla beraber Kadiriye, Çeştiyye ve Sühreverdiye tarîkatlarından da icazetli irşâda salâhiyetlidir.

Meşhur olarak ismi şu şekilde anılır, İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elf-i sânî, Şeyh Ahmed-i Fârûkî Serhendî’dir (kuddise sirruh).

İmam-ı Rabbânî Hz.leri, 14 Şevval 971’de (26 Mayıs 1564) Hindistan’daki Serhend’de  doğmuştur. 1035 (M. 1624)’de Serhend’de 63 yaşında iken vefât etmiştir. Türbesi oradadır.

TAHSİLİ

Babası ve dedelerinin hepsi, zamanlarının büyük âlimleri, sâlih ve faziletli kimseleri idiler. Babası Abdülehad zâhirî ve bâtınî ilimlerde yetişmiş, tasavvuf hâllerinde kemâl derecede büyük bir âlim ve mürşid-i kâmil idi.

Tahsili: İmâm-ı Rabbânî hazretleri ilk tahsiline, babasından ders alarak başladı. Babasından okuyup Arapçayı öğrendi. Küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Sesi güzel olduğundan, Kur’ân-ı kerîmi bülbül gibi okurdu, ilminin çoğunu babasından, bir kısmını da zamanının meşhûr âlimlerinden öğrendi. Babasından ders aldığı sırada, çeşitli ilimlere âit küçük kitapları ezberledi. Babasından aldığı dersleri tamamlayınca, Siyalkut şehrine gidip orada, zâhirî ve bâtınî ilimlerde, o zamanın en meşhûr âlimi Mevlânâ Kemâleddîn Keşmîrî’den aklî ilimlerin bir kısmını gayet iyi bir şekilde öğrendi. Mevlânâ Kemâleddîn ( radıyallahü anh ), meşhûr âlim Abdülhakîm-i Siyalkûti’nin de hocası olup, zamanının en yüksek âlimi idi. Bazı hadîs kitaplarını da Şeyh Ya’kûb-ı Keşmîrî’den okudu. Âlim-i Rabbânî Kâdı Behlûl-i Bedahşânî’den hadîs, tefsîr ve ba’zı usûl ilimlerinde icâzet (diploma) aldı. Onyedi yaşında iken tahsilini tamamlayıp, aklî ve nakli, fürû’ ve usûl ilimlerinin hepsinden icâzet aldı. Tahsili sırasında, Kadirî ve Çeştî büyüklerinin kalblerindeki feyz ve lezzeti babasından aldı. Babası hayatta iken, zâhirî ve bâtınî ilimleri talebelere öğretmeye başladı. Bu sırada; “Risâlet-üt-tehlîliyye”, “Redd-i revâfid”, “İsbât-ün-nübüvve” adlı eserlerini yazdı. Edebiyata çok meraklı olup, fesahati ve belagatı, sür’at-i intikâli, zekâsının şiddeti herkesi hayrette bırakıyordu. Daha sonra da, Vâhidî’nin; Besît, Vesît, Esbâb-ı nüzûl gibi eserlerini, Kâdı Beydâvî’nin; Envâr-üt-tenzîl, Menhâc-ül-vüsûl, Gâyet-ül-kusvâ ve diğer eserlerini, İmâm-ı Buhârî’nin; Câmi’us-Sahîh, Sülâsiyyât, Edeb-ül-müfred, Efâl-i ibâd, Târih ve diğer eserlerini, Tebrîzî’nin Mişkât-ül-mesâbîh’ini, Tirmizî’nin Şemâil’ini, İmâm-ı Süyûtî’nin Câmi’us-sagîr’ini ve müselsel hadîs rivâyeti icâzetini Kâdı Behlûl-i Bedehşânî’den aldı.

Bu kadar ilmi ve herkesin üstünde kemâli ile birlikte kalbi, Ahrâriyye (Nakşibendiyye tarikatının Ubeydullah Ahrâr'a (ö. 895/1490) nisbet edilen bir kolu) büyüklerinin aşkı ile yanıyor, bu yolda yazılmış kitapları okuyordu. Babasının vefâtından, bir sene sonra, hacca gitmek üzere Serhend’den yola çıktı. Bu yolculuğunda Delhi’ye varınca, orada tanıdıklarından ve Muhammed Bâkî-billah’ın (kuddise sirruh) talebelerinden olan Mevlânâ Hasen Keşmîrî ile görüştü. Mevlânâ Hasen Keşmîrî, onu hocasının huzûruna götürüp, tanıştırmak istedi.

BİD’ATLERLE MÜCADELESİ

Bilhassa kendi çağında Hindistan’da çoğalan batıl mezheplere karşı İslam’ın bekçiliğini yapmış, bir çok alim yetiştirmiştir.

Sadece bununla kalmamış Müslümanlar arasında yayınlan bid’atlere karşıda İslam’ın öz asıl kaynaklarını öne sürmüş ve bunun mücadelesini yapmıştır.

İkna edici delillerle sapık fikirlerinin çürütüldüklerini, Ehl-i sünnet itikadının ve doğru din bilgilerinin yayıldığını, bid'atlerin kalktığını gören bazı sapık kimseler, Imamı Rabbani Hazretleri'ne cephe aldılar. Haset ve iftira etmeye başladılar. Bundan dolayı, bir müddet hapis yatmış, ancak söylenilenlerin iftira olduğunu, delilleriyle ispat etmiştir. Hapishanedeyken dahi tebliğe devam etmiştir. Yaptıklarından pişman olan sultan, önce ikramda bulunmuş, sonra da O'nu serbest bırakmıştır. Ayrıca döneminin sözde alimlerine karşı imani mücadele vermiştir.

MEKTUBAT

Kelâm ve fıkıh bilgilerini, tasavvufun mârifetlerini açıklayan uçsuz bir deryâ gibi eşsiz bir eserdir. Mektubat farklı kişiler tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir.

Mektubat adlı eser şeriat, tarikat ve marifet den bahseder.

 “Her bid’at bir sünneti ortadan kaldırmaktır” buyuran İmam-ı Rabbani Hz.leri bu yüzden Mektubat isimli eserinde Akaid ilimlerine ve Kur’an ve sünnet kaynaklı tarikat-i aliye usullerini ve merhalelerinden bahsetmiştir. Sapık mezhepler ve yanlış görüşler beyan edenlere karşı reddiyeleri yine Mektubat eserinde dikkatleri çeken konuların başında gelir.

Mektubat isimli eser o kadar ilim barındıran eserdir ki, onu dikkatli okuyan nice ilimlere ulaştığını müşahede eder. Mektubat isimli eser adı üstünde mektuptur. İmam-ı Rabbani Hz.leri farklı zamanlarda farklı kişilere bu mektupları yazmıştır. Bazen üstadına yazmış bazen, halifelerine yazmış bazen müridlerine yazmıştır. Herkesin makamına göre değişik makamlardan bahsetmiştir. Bu makamlardan bi haber olanların bazı bölümleri anlamaması normaldir.

Eserlerinde, derin bir iman ve Kuran ahlakı anlatılmakta, Ehl-i sünnetin üzerinde hassasiyetle durulmaktadır. Allah'ın varlığını, birliğini, sıfatlarını, ihlası, ruhu, şeytanla ve nefsle olan cihadı ve Allah'a samimi olarak nasıl yakınlaşabileceğini, Peygamberlere ve dört halifeye uymaya çalışmanın gerekliliği, ashabdan hiç birine dil uzatılmaması gerektiğini anlatmaktadır. Müminlerin kendi içinde bölünmüş olduğunu, ancak sadece Ehl-i sünnete uyanların kurtulacağını bildirmiştir. Birlik olunması ve Müslümanlığın yayılması gerekliliğini üzerinde hassasiyetle durmuştur.

TASAVVUFİ YANI

İmâm-ı Rabbânî hazretleri, daha önce babası Abdülehad’dan da, Ahrâriyye yolunun ve bu yolda bulunanların şânını ve kıymetini duymuştu. Bu yolun büyüklerinin kitaplarını okuyup onların güzel hâllerini bildiği için; “Bu Hicaz yolunda, böyle büyük bir âlimden, bu büyükler yolunun zikr ve murâkabesini almaktan daha iyi ne olur?” diyerek Muhammed Bâkî-billah’ın huzûruna gitti. Huzûruna girince kalbinde bir nûr parladı. Mıknatıs iğneyi çeker gibi çekildi. Şimdiye kadar duymadığı, bilmediği şeyler kalbine doldu. Hacdan sonra uğrayıp istifâde etmeği niyet etti ise de, kalbindeki sevgi ve arzu, kendisini bırakmayıp, ertesi gün huzûruna gelip Ahrâriyye feyzine kavuşmak şevkini bildirdi. Hizmetinde kaldı. Edeble, can kulağı ile sözlerine ve hâllerine bağlandı.

Yüksek kabiliyeti ve bütün varlığı ile çalışıp, bütün kemâlât kendisinde hâsıl oldu. Üstadının da lütfu ve himmeti ile iki ay içinde kimsede görülmeyen hâllere kavuştu.

ÜSTÜNLÜĞÜ VE MEDHİ

Zâhir ve batın ilimlerde muhteşem bir seviyeye ulaştığı için, İslam tarihinde bütün ehl-i sünnet alimlerince büyüklüğü tartışmasız kabul edilmiştir. Binlerce talebe yetiştirmiştir, tasavvufi alanda da bir çok halife yetiştirmiştir.

Zamanının âlimleri, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine “Sıla” ismi ile hitâb ettiler. Sıla, birleştirici demektir. Çünkü, o, şeriat ve tasavvufda büyük bir ilme mazhar olmuş ve bu ilimleri talebelerine öğretmiştir.

İmâm-ı Rabbânî (ilâhî bilgilere sahip âlim) ve “müceddid-i elf-i sânî” (hicrî II. binyılın müceddidi) unvanlarıyla tanınır.

Mürşidi Muhammed Bâkî-billah Hz.leri İmam-ı Rabbânî Hz.leri hakkında;

“Şeyh Ahmed öyle bir güneştir ki, iki cihan onun feyz ve fazileti ile aydınlanmıştır.”

Abdullah Dehlevî hazretleride, talebelerinden birisine yazdıkları mektuplarında, “İmâm-ı Rabbânî’yi sevenler mü’min ve takvâ sahibidirler; sevmeyenler ise, şâkî ve münâfıktırlar.” buyururlar.

Fadl Burhân-pûrî, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin güzel evsâfını, doğru hâllerini dinlemekten hoşlanır, kıymetli ma’rifetlerini işitmekle zevklenirdi. Onun, kutb-ül-aktâb olduğunu, hakîkat sırlarından verdiği haberlerin hep doğru olduğunu; sözlerinin doğruluğuna ve hâllerinin yüksekliğine alâmet ise, İslâm dîninin bütün inceliklerine tâbi olması ve herkesin onu sevmesi olduğunu söylerdi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri Guwalyar Kalesi’nde habs olduğu zaman, kurtulması için beş vakit namazda çok duâ ederdi. Kendisine Serhend taraflarından talebe gelince: “Siz İmâm-ı Rabbânî’ye yakın olup da, ilmi, ma’rifeti başka yerlerde arıyorsunuz. Güneşi bırakıp, yıldızların ışığına koşuyorsunuz. Sizlere şaşıyorum” derdi.

Mevlânâ Abdülhakîm-i Siyâlkûtî, İmâm-ı Rabbânî’ye ( radıyallahü anh ) çok ta’zîm ve hürmet ederdi. İnkâr edenlerle mücâdele ederdi. İnkâr edenlere karşı; “Büyüklerin sözlerine, maksatlarını anlamadan i’tirâz etmek cahilliktir. Böylelerin sonu felâkettir, ilim ve feyz kaynağı, irfan menba’ı üstâd Ahmed’in sözlerini red etmek, bilmemezlik ve anlamamazlıktandır” diye yazmıştır.

ESERLERİ

1) Mektûbât

2) Redd-i Revâfıd: Ehli sünnete aykırı Râfızî meshebini reddetmektedir. 
3) İsbâtün-Nübüvve: "Peygamberlik nedir?" adı ile Türkçe'ye tercüme edilmiştir. 
4) Mebde' ve Me'âd 

5) Âdâb-ül-Mürîdîn, 

6) Ta'lîkât-ül-Avârif, 

7) Risâle-i Tehlîliyye, 

8) Şerh-i Rubâ'ıyyât-ı Abd-il-Bâkî, 

9) Meârif-i Ledünniye, 

10) Mükâşefât-ı Gaybiyye, 

11) Cezbe ve Sülûk Risâlesi.

Bazı sözleri:

”Edebi gözetmek zikirden üstündür.Edebi gözetmeyen Hakk’a kavuşamaz”

”Kafirlere kıymet vermek, müslümanlığı aşağılamak demektir”

”Zahid, dünyaya gönül bağlamadığı için insanların en akıllısıdır”

”Ölmek felaket değildir.Öldükten sonra başına gelecekleri bilmemek felakettir”

”Aziz ömrünü bu değersiz dünya peşinde harcayanlara yazıklar ve korkular olsun”

”Sonsuz kurtuluşa kavuşmak için üç şey muhakkak lazımdır.İlim, amel, ihlas.

 

Derleyen: İmamlar Burada

Anahtar Kelimeler:

  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN
Avrasya Tüneli dualarla açıldıÖnceki Haber

Avrasya Tüneli dualarla açıldı

Hac\'da esrarengiz olay!Sonraki Haber

Hac\'da esrarengiz olay!

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!