İnsanın İçine Doğuştan Verilen Gözcü!

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
İnsanın İçine Doğuştan Verilen Gözcü!
Her çocuk dünyaya İslam fıtratı üzerine gelir. Yani kendisini yaratanı tanır. İslam’ı kabul etmeye, Allah’a yönelmeye meyillidir. Bu duygu, onu Allah’a yönlendirmek için verilmiştir. Onun için insanın fıtratı, İslam emirlerini tanır; tüm emirler fıtratının arzuladığı şeylerdir. İnsan, olumsuz yönlendirmelerin etkisi altında kalmasa İslam’ın tüm emirlerine bağrını açar. Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Hz. İbrahim (AS)’in kıssası da bu durumun delilidir. 

Her çocuk dünyaya İslam fıtratı üzerine gelir. Yani kendisini yaratanı tanır. İslam’ı kabul etmeye, Allah’a yönelmeye meyillidir. Bu duygu, onu Allah’a yönlendirmek için verilmiştir. Onun için insanın fıtratı, İslam emirlerini tanır; tüm emirler fıtratının arzuladığı şeylerdir. İnsan, olumsuz yönlendirmelerin etkisi altında kalmasa İslam’ın tüm emirlerine bağrını açar. Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Hz. İbrahim (AS)’in kıssası da bu durumun delilidir. 

Hz. İbrahim, 16 yaşına kadar mağarada kalıyor ve dışarıyı o yaşına kadar görmemiş bir insandır. O yaşta mağaradan çıkınca etrafında gördüğü tabiatı izlemeye başlıyor. Karşısında duran harikalıklar, onu bütün bunları ve kendisini yaratan ve yönlendiren bir varlığın olduğu inancına götürüyor. Bir süre sonra bir yıldız gözüne çarpıyor ve bu âlemin yaratıcısının o olduğunu düşünüp ona ibadet ediyor. Yıldızın battığını görünce onun da bir yaratıcı tarafından yönlendirildiğini, muhtaç ve aciz olduğunu düşünüyor. Bütün bu âlemi idare etmeye yıldızı yetersiz buluyor. 

Evet, yanıldığını anlayınca gözüne güneş takılıyor, âlemi aydınlattığı için âleme hükmedenin o olduğu inancıyla ona ibadet etmeye başlıyor. Onun da battığını görünce bütün bu âlemin içindekilerle beraber sevk ve idare edildiğini fark ediyor. Bir süre sonra Rabbini buluyor. İşte fıtratı, yaratıldığı hal üzere kalmış bir insanın Rabbini bulacağını, O’na döneceğini gösteriyor Hz. İbrahim (AS)’in hayatı. İnsanın içinde, onu Rabbine kulluğa yönlendirici bir kuvvet vardır. Bu kuvvet henüz fıtratı bozulmamış, tertemiz olan çocuklarda daha kuvvetlidir. Eğer yanlış yönlendirmeler olmasa, çocuk doğduğu hal üzere kalsa; Rabbine kulluğa yönelecektir. 

Yine çocuğun fıtratında tapınma duyguları ile beraber “ahlaki faziletler” mevcuttur. Hatta bu ahlaki değerlere her daim güç verecek olan hayâ duygusu yoğun bir şekilde bahşedilmiştir. Hayâ, bütün ahlaki değerleri besleyen bir kuvvettir. Tıpkı ağacın kökü misalidir. Ağacın meyveleri ise kulluk, merhamet, adalet, şefkat, fedakârlık gibi tüm ahlaki değerlerdir. 

Hayâ güçlendiği oranda tüm bu insani değerler güçlenir, hayâ azaldığı oranda ise bu değerlerde bir düşüş yaşanır. Dolayısıyla ahlakı korumanın, güçlendirmenin yolu hayâyı korumaktan geçer. 

İnsani değerler, aileyi ayakta tutan, birbirine bağlayan; uyum ve ahengi sağlayan değerlerdir. Bu değerler ortadan kalktığında o toplumdaki ahenk, uyum, barış çöker. Toplumun hayâ duyguları gittiğinde artık adalet duygusunu besleyecek güçten yoksun kalınır. O toplumda adaletten söz edilemez. 

Yine toplumda merhamet ve fedakârlık duyguları azaldığında yerini acımasızlık, bencillik, ferdilik alır. Onun içindir ki hayâ duygusu, bir toplumun kalbidir. Eğer kalp atıyorsa o toplumda hayat belirtileri devam ediyordur. Onun için daha küçük yaşlardan itibaren korunması gereken bir duygudur. 

Bazı âlimlere göre hayâ duygusu insanın içine doğuştan verilen bir gözcüdür. İnsanın içine sinmeye çalışan kötü duyguları, vesveseleri tespit eder, daha yerleşmeden, tüm bedeni işgal etmeden önünü keser. Kapı dışarı atar ve bütün giriş kapılarını suratına kapatır. 

Gözcüden yoksun kalan insan içine sinmeye çalışan münkeri fark edemez, ona karşı bir tedbir geliştiremez. Dolayısıyla savunmasız kalır. 

Hayâ ise tesettürle muhafaza edilir. Hayâ, bir ağacın kökü mesabesinde ise o ağacın kökünü barındıran, ona güç veren toprak da tesettürdür. Toprak olmasa ağacın tutunacağı bir dayanak kalmaz ve devrilir. Onun içindir ki; kız çocuklarının daha küçük yaşlardan itibaren giyim ve kuşamları, hayâ ve edep çerçevesinde seçilmelidir. Bu konuda annelerin vazifesi mühimdir. Çocukların giyimlerini, onların seçimi üzerinden veya o kıyafetin gösterişli olması üzerinden almamalıdır. 

Kız çocukları, daha küçük yaşlarda kendilerini teşhir edici kıyafetlere alıştırılırlarsa, içlerindeki hayâ duyguları yıpranır. Dolayısıyla ahlaki sorunlar yaşanmaya başlar. Her türlü olumsuz etkiye açık hale gelirler. O açıdan kızlarımıza daha küçük yaşlardan itibaren kendi çizgileri öğretilmelidir. Kıyafet seçiminde dindar bir aile çocuklarına ölçü tayin etmelidir. Eğer aile ölçü belirlemez ise çocuk başkalarının belirlediği ölçüleri benimsemeye başlar. 

Giyim, ahlak ile birebir bağlantılıdır. Kişinin ahlakı, giyimi üzerinden şekillenmeye başlar. Edepli giyinen edepli davranır. Bir yeri açıldığında hemen utanıp kapatır. Ama açık saçık, dar kıyafetler giydirilen kız çocuğunda utanma duyguları gittikçe zayıflar. 

Kız çocuklarımızda hayâ ve edep duygusunun aşınmaması için davranışları da anne tarafından yönlendirilmelidir. Bazı kesimler tarafından “ayıp” kelimesi her ne kadar yadırgansa da çocuk ayıbın ne olduğunu bilmelidir. Oturuş şekli, konuşma, yürüme, büyükleriyle konuşma, erkeklerle diyalog konusunda devamlı yönlendirilmelidir. 

Daha küçüktür, düşüncesi yanlış bir düşüncedir. “Ağaç yaşken eğilir” diye bir söz vardır. Gerçekten bugün anneler, bu sözün doğruluğunu hayıflanarak itiraf ediyorlar. Çocuklarını yönlendirme konusunda çok geç kaldığını düşünen anneler bugün dizlerine vuruyorlar. Çünkü daha küçük yaşlarda vermediklerini onlardan bekliyor. Edep, saygı, merhamet, yardımlaşma, fedakârlık… Bakıyorlar ki ergenlik çağına gelmiş evlatlarının bu duygularını, kendilerine karşı yitirdiklerini ve bünyelerine bencilliğin hâkim olduğunu görüyorlar. Çünkü onlara bir fakire harçlıklarından biriktirmeyi, muhtaçlara acımayı, onlarla yardımlaşmayı, büyüklerine yardımcı olmayı öğretmediler. Hep harcasın, yesin, kimseye vermesin, daha küçüktür kimseye yardımcı olmasın, dediler. 

Gün gelip de ‘eyvah’ etmeden çocuklarımızın fıtratlarındaki hayâ duygularını korumalıyız. Onları her daim yönlendirmeli, asla kendi haline bırakmamalıyız. Bunca yönlendirici, ifsad edici unsurun karşısında hayâ ve edeplerini koruyarak güçlendirmeliyiz. Bu gücü koruduklarında, Allah’a kulluklarını da ahlaklarını da koruma altına almış olacağız. 

Aynur Sülün | Nisanur Dergisi | Kasım 2017 | 72. Sayı


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN
Kahramanmaraş İl Müftüsü, Pazarcık'da din görevlileriyle toplantı yaptıÖnceki Haber

Kahramanmaraş İl Müftüsü, Pazarcık'da di...

Yunanistan'da Müslümanlar için Seçmeli Şeriat Dönemi BaşlıyorSonraki Haber

Yunanistan'da Müslümanlar için Seçmeli Ş...

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!