A.Raif ÖZTÜRK

A.Raif ÖZTÜRK

Mail: araifozturk@hotmail.com

Artık SEN BİLİRSİN!...

Gençlik yıllarımda, yani askerliğimden önce; Yüksek Elk. Mühendisi ve Pendik tersanesinde Elk. Bölüm şefi olan Amcamın oğlu bana risale okurken, şu aşağıdaki paragrafı dinlediğimde âdetâ çarpılmış gibi olmuştum. 
O gençlik yıllarımda sahnelere çıktığım için, bir nevi de menfi hizmetler nedeniyle günah işlediğimin de farkında olduğum halde, alkışların câzibeleri nedeniyle de sahne hayatımı bırakamıyordum. 
Risale-i Nurda geçen şu aşağıdaki paragraf, benliğimi günlerce meşgul etmişti. Bocalayıp duruyordum. Bu arada da sahne hayatından da soğumaya başladım. 
İşte gençlik yıllarımda; gençlik hevesâtıyla ve cehaletiyle, farkında olmadan düştüğüm gafletin, şu aşağıdaki vecize vesilesiyle, artık farkına varmağa başlamıştım. 
-“Evet, bu cisim (vücudun) ebedî (sürekli) değil, demirden değil, taştan değil. Ancak et ve kemikten ibaret bir şeydir. Âni olarak senin başına yıkılıyor, (ummadığın bir zamanda, hatta genç yaşta bile ölerek) altında kalıyorsun. Bak, zaman-ı mazi (geçmiş zaman) senin gibi geçmiş olanlara (ölen insanlarla) geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal zamanı da (gelecek zaman da) geniş bir mezaristan (mezarlık) olacaktır. Bugün sen, iki kabrin arasındasın; Artık sen bilirsin!...” (Mesnevi-i Nuriye)
Bu bocalamalarım devam ederken, bir vesileyle de şu Mü’minûn suresinin 101.-104. Âyetlerinin mesajlarını dinleyince, gençlik gafletiyle dağılan aklımın, artık başıma geldiğini hissettim. 
Şöyle ki: 
101. Âyet. “Sûr'a üflendiği (kıyamet kopmaya başladığı) zaman, artık o gün aralarında ne soy sop kalır, ne de birbirlerine bir şey sorarlar.” 
Yani, o günün dehşeti sebebiyle, öyle perişan bir vaziyete düşecekler ki, kişi anasını, babasını, en yakın akrabalarını, hatta evlâtlarını bile düşünemeyecekler.
102.Â.: “Artık (sevap yönünden) kimlerin tartıları ağır gelirse, işte onlar gerçekten kurtuluşa erenlerdir!” 
103. Â.: “Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, (kendilerine yazık edenler,) cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır.” 
104. Â.: “Cehennem Ateşi onların yüzlerini yalar (yüz etlerini eritir) ve onlar orada dişleri sırıtmış bir hâldedirler.” 
Yüce Rabbim bizleri bu acı âkıbetten muhafaza eylesin, âmin… 
Şimdi ise şu 69 yaşıma geldiğimde, bu gençlik hatıramı düşünürken, kendi kendime şöyle sorgulamalar yapıyorum: 
İbret-i âlem için akıl yönünden eksik olanlar hariç; tüm akıllı, tahsilli, zekî ve rütbe, mevki-makam sahibi insanlar, bu konudaki gafletleri nedeniyle, acaba niçin bu âkıbete düşeceklerinin farkına varamıyorlar?... 
Bu soruya net cevap bulabilmek için, bu konuda hâlen gaflette olan birkaç kişiye sorduğumda bana; “hocam biz bu konuları hiç bilmiyoruz ki!... Bunlar bizlere hiç öğretilmedi!...” gibi cevaplar alıyorum. 
Bu ilginç cevaplar karşısında, iki acı gerçek ortaya çıkıyor:
1.)    Bir asırlık bir neslin çoğunluğunu, böylesine cahil ve gâfil bırakan Milli Eğitim sistemimizin yetkilileri, milyonlarca bu âkıbete uğrayan kişilerin de vebâlini mutlaka çekecekler. Çünkü, iyiliğe de kötülüğe de sebep olan işleyen gibidir.
2.)    Yüce Rabbimiz herkese ayrı ayrı Akıl, zekâ ve vicdan verdiğine göre, her akıllı insan şu fâni dünyanın tesadüfen ve boşu boşuna yaratılmadığının farkında olmak zorundadır. Öyle yâ, bu harika deverân elbette boş yere değildir. Elbette bir gâye veya gâyeler vardır. Bir büfe bile gâyesiz tanzim edilmezken, nasıl olur da şu koca kâinat ve dünyamız gâyesiz tanzim edilebilir. Ve insan “Ben nereden geldim, niçin gönderildim, burada benden neler isteniyor, buradan nereye sevk edileceğim?” ..vb. sorulara cevap aramak ve bulmak zorundadır. 
Kırmızı ışıkta geçtiğinizde polis sizi durdurup ceza yazarken, “memur bey, ben kırmızı ışıkta geçmenin yasak olduğunu bilmiyordum ki, bunlar bana hiç öğretilmedi” deseniz, polis size “siz ‘şoför olarak’ bunu öğrenmek ve bilmek zorundasınız” diyerek, cezanızı elbette kesecek, değil mi?
İşte aynen bunun gibi; bizler de ‘İNSAN OLARAK’ bu gerçekleri araştırmak, öğrenmek ve BİLMEK zorundayız. Çünkü, akıl bâliğ ve zeki insanlarız… 
Elbette Milli Eğitim sistemimizin kusuru ve vebali var, fakat her fert, bir ‘insan olarak’ bütün bu gerçekleri enine boyuna araştırmağa, öğrenmeğe ve BİLMEĞE mecburdur… 
Siz bir müddet baygın kaldıktan sonra, kendinizi sür’atle giden bir uçakta bulsanız, ilk olarak; “ben neredeyim, bu uçak kimin, bizi bu uçağa niçin bindirdiler, biz nereye gidiyoruz?” gibi sorular soracağınız kesindir. Çünkü aklın yolu bir…
 İşte şu doğru mantık gereği her insan, akıl-bâliğ olunca, “Ben nereden geldim, niçin gönderildim, burada benden neler isteniyor, buradan nereye sevk edileceğim?” ..bu ve benzeri soruların cevaplarını araştırarak bulmak ve öğrenmek zorundadır. 
•    Aksi halde, trafik polisi örneğindeki gibi, mazeretleri asla kabul edilmeyecektir.
İşte ben de bu gerçeklerin farkında olarak; işleri, güçleri, dersleri ve çeşitli meşguliyetleri sebebiyle, bugüne kadar bu gerçekleri öğrenemeyenlerin de farkında olmaları için, köşe yazılarımızı genelde bu gerçeklere tahsis etmeye çalışıyorum. Bir hata yapmayalım diye de konu uzmanlarına tetkik ve tashih ettiriyor, sonra yayına yolluyorum.
•    Çünkü Yüce Dînimiz bizlere, bunu emrediyor.
Âhir kelâm; ..ARTIK SEN BİLİRSİN!... Vesselâm…

Facebook Yorum

Yorum Yazın