Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

ATALARI KÖRÜ KÖRÜNE TAKLİT!..

 " HADDİNİ BİLMEZLİK VE ATALARI KÖRÜ KÖRÜNE TAKLİT!.."      " Kuşkusuz bu ( vahiy), senin için şeref ve itibar kaynağıdır. Fakat zamanı gelince hepiniz ( ona karşı aldığınız tutuma göre) hesaba çekileceksiniz." ( Zuhruf sûresi, âyet 44 ) 
     Ayeti kerime içerisinde geçen " zikir; uyarı" manasının yanında insanın kendisiyle anıldığı, hatırlandığı şey, yani şeref, şan,  onur, itibar" anlamına gelir. Hz. Ali ve İbn Abbas, ayeti kerimede geçen zikr'i böyle anlamışlardır. 
      Yani, İslam'dan üç asır sonra, zuhur eden sufilerin anladığı, düşündükleri şekilde bir zikr anlayışı değildir. Çünkü, asırlardan sonra tekkeye giden müridan, aziz Kur'an'ı okuma yerine, şeyhinin vermiş olduğu ilkelere uyarak, Kur'an'ı okuma yerine başlarını, bir o yana, bir bu yana sallayarak zikr yapmaktadırlar.
      Böylesi bir durumda insanın haddini aşması, kendi kendisini yıkıma, mahvoluşa götürmesi demektir. Bir Allah'a kulluktan kacınanların, bir çok sahte tanrı icat ederek bir zaafa nasıl duçar oldukları, ne şekil perişan oldukları ayetten anlaşılmaktadır.  Şu ayeti kerimeyi dikkatle takip edelim:
     " De ki: " Ben peygamberlerin ilki değilim; kendime de size de neler  yapılacağını asla bilemiyorum. Ben sadece ( vahyi) olduğu gibi beyan eden bir uyarıcıyım." ( Ahkâf sûresi, âayet 9 ) 
     Ayeti kerimede geçen " ... kendime de size de ne yapılacağını asla bilmiyorum" buyuran bir peygamberin emirlerini, tavsiyelerini, sünnetini terkedip, Müslümanların, atalar dinine koşmalarına, geleneği dinleştirmelerine ne demeliyiz? Yani,
     Rasulullah (sav) buyuruyor ki, "Ben türedi bir peygamber değilim" , Yani peygamberlik benimle başlamadı, ben bir zincirin halkasıyım, dolayısıyla söylediklerim de ilginç ya da hiç duyulmamış şeyler değil.        Diğer taraftan ayetin Rasulullah'ın şahsiyetini inşa edici rolünü şu rivayet güzelce açıklar: Seçkin bir sahabi Medine'ye hicretinin ardından yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak misafir olduğu evde vefat eder.       Evin sahibesi Ümmü'l-'Alâ " Allah sana rahmet etsin ey Ebu Sâib! Ben şahidim ki Allah sana kesinlikle ikram edecektir!" der. O sırada orada bulunan Rasulullah şu tepkiiyi verir:      " Ben Allah'ın elçisi olduğum halde vallahi yarın bana ne muamele edileceğini ben bile bilmiyorum" ( Buhari, ve İbn Hanbel)" ( Meal) 
      Yani, hal böyle iken, asırlardan beri mürşid geçinenlerin, müridanı aldatmasına, olmadık vaadlerde bulunmalarına ne demeliyiz? Bu durum haddi aşmak, aziz Kur'an'a, aziz Peygambere hainlik değil midir?
     " Ve hiç beklemediği yerden onu rızıklandırır; ve her kim Allah'a güvenirse, artık O ona yeter. Şüphesiz Allah emrini gayesine erdirendir; doğrusu Allah her bir şey için bir ölçü/ kader koymuştur." ( Talâk sûresi, âayet 3 )  
     Kur'an ayetlerinin ve tüm vahyin amacı insanı İblisleşmeye karşı uyarmaktır . Bu uyarıya karşı kör ve sağır davrananlar, illada atalarcılık yolundan bir milim bile ayrılmayanlar, mutlaka Kur'an'ın uyarmış olduğu noktaya, ikazlara, uyarılara geleceklerdir. Çünkü:
     " Onun verdiği haberin ( gerçek olduğunu) bir zaman sonra mutlaka öğreneceksiniz" ( Sâd sûresi, âyet 88)
      Kur'an'a ve onun yüce emirlerine karşı dikleşmenin, itiraz etmenin, haddi aşmanın bir anlamı bulunmamaktadır. Böyle yapanlar, Kur'an'a karşı direnenler, bir gün hatalarını anlayıp, " aman Allah'ım!.. Ben ve biz ne yaptık?" diyeceklerdir. 
     Sonuç yerine;
     Üzülerek, ifade etmeliyim ki, asırlar oldu, böylesi inatlaşmalar, Kur'an'a karşı dikleşmeler sebebiyle, " biz onu anlamayız" gereksiz, lüzumsuz haddi aşmalarla, haddi tecavüzlerle çağları tüketmiş olduk.
     Tabii ki, Kur'an'dan nasibin alanlar almış oldular, ama, haddi aşanlar, atalar yolundan ayrılmayanlar inatlaştılar, illada " atalar" inadından bir milim bile  sapmadılar.
     Hala da, gelenekçilikten, kıssacılıktan, "dedim" ve "dedi"lerden , gelenekçi kültürlerden kopamadılar. Hatta, günümüz dünyasında Tv.lar da,  bu zihniyet erbabı ha bre kendi lüzumsuz, gereksiz, işe yaramayan, ümmetin derdine merhem olmayan ilkelliklerinden vaz geçmemektedirler. 
      Bunlar, şeyhlerine taparcasına, utanmasalar tapacaklar!.. Ayaklarını öpmektedirler, ayaklarını yalamaktadırlar. Oysa, bu tip haddi aşan zihniyete sormuş olsak, hangi sahabi bu tür hokkabazlığı yapmıştır desek? almış olacağımız cevap:
      Ermiş ile Sahabeyi bir mi tutalım olacaktır!.. Allah aşkına sormadan edemiyorum: Hz. Ömer (ra), kime, kimlere ayaklarını yıkatmış, Azrail'i dövmüş, kovmuş ve ölümü kendisinden  uzaklaştırmıştır? diye sormuş olsak!.. Bizleri, huzurundan kovacak, veya belli bir zaman tedbiren kontrol altına almış olacaktı? 
     Rabbimiz!.. Ümmete ve bilhassa milletimize akıl, idrak ve  anlama kabiliyeti lütfetsin!.. Selam ve dua ile..
     Şerafettin Özdemir

Facebook Yorum

Yorum Yazın