Emrah Topcu

Emrah Topcu

Mail: emrah.top.cu@hotmail.com

Bireylerin Ötekileştirilme Sorunu

 “Bireylerin Ötekileştirilmesi” Sorununu “Din ile Bağdaştırma” Sorunu

Bireyler ebeveynlerinin kişilik özellikleri ve çocuk yetiştirme tarzları ile toplumun değer yargılarına göre şekil alır, onları içselleştirir ve benliğinin bir parçası haline getirir. Eğer eğitim ve öğretim bilinçsiz ve ilimsel faktörlerden uzak yapılırsa, bireyler, gençler fıtri özelliklerini kaybedip kendi kimliklerinden çıkabilirler. Bu durum hem ülkece hem de dünya çapında bozuk bir neslin habercisi olur. Çünkü gençler sorun değil bir çözüm abideleridirler. Öncelikle yazımızda "ötekileştirme faaliyetinin" en büyük zararının genç nesle olabileceğini dile getirmiş bulunuyoruz. Çünkü ekonomi, kültür ve eğitim düzeyi genç neslin sıhhatinde etkili olduğu tespit edilmiştir. O halde gençlerin ince elenip sık dokunarak yetiştirilmesiyle beraber onların yetişmesinde “sahip çıkma” eyleminin çok önemli olduğunu da dile getirmek gerekir.

Bireysel ve toplumsal ilişkilerde, kriter olarak bilimsel veriler ve hukuk yerine, otorite, ideoloji ve dinin etkin olduğu ülkelerde vatandaşların çoğu "öteki"lerden oluşmaktadır, diyen düşünürler vardır. ( Bkz. Başkurt, İrfan. "Eğitimde Çocuk ve Ötekinin Kimliği Problemi" ) Lâkin bu söylemlere bakılacak olursa “yaşam koşulu olarak en önemli iki ölçü bilim ve hukuktur” demek kati derecede büyük bir sorunumuzdur. Ki âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ, insanları mümin ve mümin olmayanlar, mazlum-zalim, itaatkar-isyankar şekillerinde ikiye ayırmış zalimlere ebedi yurtlarında ikametgahları olarak cehennemi, müminlere ve mazlumlara ise cenneti layık görmüştür. Sanırsam dinin ötekileştirmede kaynak olduğunu savunanların bu tip fikirleri edinmesinde bir kaç bozuk dini oluşumun etkisi vardır. Onun dışında dinin İslâm olduğu ülkelerde ötekileştirme değil kucaklaşma; "Mevlana" misali ne olursan ol gel, ümitsiz olma, İslâm “kurtuluş kapısıdır” çağrısı vardır. Buna rağmen hâlâ bu görüşte olanlar varsa (görüş başlıkta yer almaktadır) bunun nedeninin İslam coğrafyalarındaki sapık fırkaların "örnek alınması" diye düşünüyorum lâkin eşsiz olan İslam'dır ve müslümanlık kimliğinin dışına çıkan kimseler ele alınarak İslam dini yargılanamaz.

"Ötekileştirmek yerine benimsemek modern ve demokratik düşünmek gerekliliğindendir" diyenlere de cevabımız şu olur ki, şu asırda artık hırlı hırsız, sapık, saptırıcı kimseler bile artık benimsenip sapkınlığın çoğalmasında teşvik unsuru haline getirilmiştir. Fuhşun, zinanın, eşcinselliğin, dolandırıcılığın, açık seçikliğin tam da "ötekileştirmek" ile alakası vardır. Evet onlara insanlık dışı muameleler, eziyetler vermek tamamen yanlıştır ama günümüzde "ötekileştirmeyelim" adı altında "fuhşu" modernizmin getirdiklerini (kirlerini) bizim kabullenmemiz, benimsememiz gereken bir şey diye yutturulması itikatsızlığın ayan beyan tezahürüdür.

İnsanların farklı bakış açılarına sahip olmaları doğal bir durumdur. Ancak her farklı bakış açısı beraberinde "Hakkaniyeti" getirmez. O yüzden yanlış, sapık bakış açıları reddedilir. Ancak şahsiyetleri değil fikirleri, ortaya sürdükleri davranışları reddedilir. Çünkü "insan" Allah'ın yeryüzünde yarattığı "halife"dir. İslam insana değer verir ama maalesef İslam'a uymayan insan, kendine değer vermez ve hayvanlardan daha aşağı konuma kendi kendini düşürür.

Ötekileştirme faaliyeti bir İslâmi tebliğ metodu değildir ve tamamen sevgiden uzaktır. İslâm’ın yaptığı “ayırım”dır. Hak ile batılı, zulm ile rahmeti, temiz ile kiri ayırır.

Sevgi yoluyla insan, sevilen kişideki temel kişilik özelliklerini, eğilimlerini görebilecek duruma gelir ve dahası, ondaki gerçekleşmemiş olan ancak gerçekleştirilmesi gereken potansiyelleri de görür. Davetçinin yapması gereken de İslâma uyuşmayan yönleri olan kişinin bu olumlu yönlerinden "hidayete" kapı açacak yönünü düşünüp bulup onu kurtarmaya vesile aramaktır. Hidayet Allah’ın elindedir. Bir kimseyi delalete sürüklemek için şeytanın elinde bir imkan yoktur, o ancak vesvese verir ve bir şeyi güzel gösterir. Eğer delalete sürüklemek şeytanın elinde olsaydı yeryüzünde bir tane iman eden kalmazdı. Yine aynı şekilde Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in elinde de hidayet nevinden bir şey yoktur. O ancak Allah’ın rasulüdür ve tebliğe memurdur. Şayet hidayet, efendimizin elinde olsaydı yeryüzünde tek bir kafir bile kalmazdı.

 Bundan sonra şu konuyu da belirtmek gerekir ki "zalim" hiçbir zaman cezasız kalmaz. O yüzden zalimi de "ötekileştirmeyelim, zulmünü benimseyelim" kavramıyla korumak yine bir zulümdür; bir yönetim, adalet sorunudur. İslâm kucaklayan bir din olduğu kadar zulme kati derecede engel olan bir medeniyettir. O yüzden fuhşiyata, azgınlığa ve sapkınlığa her zaman "dur" der ve mensuplarına da bu hususta mücadeleyi öğütler. Bizler Mevlana misali herkesi kucakladığımız gibi yeri geldiğinde de Hazreti Ömer gibi hiddetlenir zâlimin korkudan titremesini sağlamalıyız. Çünkü biliriz ki “Merhamet etmeyen, merhamet olunmaz”. O zaman mazlumların halini anlarız. Şirinlik abidesi olup, sevgi pıtırcığı olup zâlime bile teville bakmak büyük bir hatadır. Mesela bu şirinlik abidesi insanlara sorsak:

Madem zalimin zulmüne teville yaklaşıyorsunuz, imansız imanlı, iyi kötü herkesi kucaklıyorsunuz:

Siz çocuğunuzun bir fuhuş organizasyonu içerisinde hayatının mahvolmasını ister misiniz?

Siz babanızın kumar masalarında intihar ettiğini görmek ister misiniz?

Siz bizzat malınızın dolandırılmasını kabullenebilir misiniz?

Size taciz edilmesini, ırzınıza, namusunuza dil uzatılması hoşunuza gider mi ve bu kimselere hiçbir şekilde zarar vermeyen cezalar vererek onların yine yarın çıkıp bu kötülüklerine devam etmesine nasıl göz yumabilirsiniz ?

Suçsuz yere ailenizden bir ferdin hapis cezası alması sizi üzmez mi?

Bütün bu sorulara cevap "hayır" olacaktır. O yüzden değerli okuyucular başımıza gelmiyor diye zalimin zulmünü küçümseyip susmayalım. Bir gün sustuğumuz o durum bizim çığlıklarımızın sebebi olabilir. O halde İslâm’ın dünyada ve ahirette huzur verecek hükümlerini hayatımızda uygulayalım.

 

26 Şevval 1441

Emrah TOPCU

Facebook Yorum

Yorum Yazın