A.Raif ÖZTÜRK

A.Raif ÖZTÜRK

Mail: araifozturk@hotmail.com

Endülüs Turumuzdan İlginç Anekdotlar 2

Önceki yazımın devamı olduğu için, Endülüs ile ilgili o yazıyı okumayan dostlarımız, konu bütünlüğü için önce aşağıdaki arşivden açıp okumaları elzemdir.
 

22 Seneden beri mesleğinin tamamen erbabı olan rehberimiz Selahattin bey, bizleri Malaga havaalanından alarak, panoramik bir şehir turu yaptırdı. Ülkelerin çok önemli bir gelir kaynağı olan Turizme dikkat çekerek, bu konuda çok başarılı olan İspanya’dan canlı örnekler gösterdi. Türkiye’mizde ve özellikle İstanbul’daki Karaköy limanının daha da genişletilmesi gereğini vurguladı. 
 

Panoramik Malaga turunda eski Malaga katedrali ve çevresi gezildi ve Yeni Malaga ile mukayese edildi. Hakim bir tepeden bol bol fotoğraflar çekildi. Botanik bahçeleri de gezerek, Ronda şehrine doğru yola çıktık. Kayalıkların üzerine kurulmuş bu büyüleyici Ronda şehrinde, İspanyollara bırakılan bu son kalede, muhteşem manzaralar yakaladık. 
 

Ertesi gün Sevilla şehir turunda “Sevilla Ulu camii” iken, “Sevilla katedrali” haline dönüştürülen ve minaresinin de çan kulesi haline dönüştürülen Giralda minaresini de hüzünle izledik. Bu şehir turunu da tamamladıktan sonra, eski Endülüs başkenti olan Kordoba şehrine doğru yola çıktık. Roma köprüsü, vadi El Kebir, Guadalkavir ırmağı ve Roma kapısı derken, 20 kapılı, hala dimdik ayakta olan 1419 sütunlu, 7425 kandilli, 27 000 kişi kapasiteli Kordoba ulu camiini ibretle ziyaret ettik.
 

Caminin esas yapısını bozmadan, bu ulu caminin ortasına haşmetli bir katedral inşa etmişler. Burada ve diğer camiden kiliseye döndürülen yapı ve saraylarda, duvar, sütun ve tavan yazıları aynen muhafaza edilmiş. Çeşitli ayetler ve “La Galibe, İllallah” yani “başka galip yoktur, ancak tek galip Allah’tır” ifadeleri neredeyse her yerde muhafaza edilmiş. Buradan Granada’ya hareket ettik.
 

Granada’da sabah, önce El Hambra (Kırmızı) sarayını ve Cennet bahçelerini ziyaret ettik. Bu ziyaret 3 saat sürdü ve gerçekten de harikaydı. Eski Granada sokakları, Fas çarşıları, Kervansaraylar, Katedral, Cennet-ül Arif (Generalife) bahçeleri, El Beyzin mahallesi derken, günümüzü tamamladık.
 

4.Gün otelimizden erken çıkıp, kısa bir şehir turundan sonra Toledo şehrine hareket ettik. Her şehirlerarası yolculuklarda rehberimiz bizleri sürekli bilgilendirdi ve sorularımıza da gayet mukni cevaplar verdi. Unesco tarafından korumaya alınmış ve dünyanın en güzel, tarihi ortaçağ kenti Toledo’nun, büyük nehir kenarındaki, yüksek kayalıkların üzerinde bulunan tarihi dar sokaklarını dolaştık. Akşamüzeri Madrid’e hareket ettik. 
 

Yolların etrafında, neredeyse tamamında, Ege ve Akdeniz bölgelerimiz gibi bitki örtüsüne benzerken, zeytin ağaçları ve zeytin bahçelerinin bizden çok daha fazla olması dikkat çekti. Bazı bahçe ve tarlaların ortasında Güneş Enerji panelleri var. Rehberimize sorduğumda, “sulama ve diğer elektrik ihtiyaçları onlarla karşılanıyor” demişti.


Madrid’de geceledikten sonra sabah, yine açıklamalı ve panoramik bir şehir turu yaptık. Real Madrid stadyumunda kahvelerimizi içtikten sonra, Don Kişot anıtı, Madrid ulu cami kalıntıları, kraliyet sarayı sonrası, serbest çarşı ve alışveriş derken, şehrin ve nehrin altındaki tünellerden geçerek, seyahatimiz havaalanı girişiyle noktalandı. Rehberimizden ayrılırken, hepimiz hüzünlendik, fakat daha sonra yazışmak, görüşmek ve İstanbul’da buluşma vaatleriyle teselli bulduk. Kendisine çok müteşekkiriz…
 

Yazı akışını bozmamak için, rehberimizin İspanya ve Türkiye ile ilgili çok ilginç mukayeselerini, sona bırakmıştım. Şimdi bunlardan bazılarını özetlemeye çalışayım:
 

Rehberimiz Sn. Selahattin Bey 22 sene önce İspanya’ya geldiğinde, “VAYYY BE,” diye İspanya’ya hayretler ettiğini, son senelerde ise Türkiye’ye geldiğinde “VAYYY BE,” diye ülkemizdeki müspet gelişmeleri görünce hayretler içinde kaldığını vurguladı.

Ülkemizdeki duble yollardan ve halkın alım gücünden tutunuz da Enerji, Kültür, teknoloji, silah sanayii, demokrasi, uluslararası saygınlık ve özellikle de sağlık konusunda, bir AB ülkesi olan İspanya’yı çok geride bıraktığını gönül rahatlığı ile belirtiyor. Türkiye’deki 15-20 sene önce yaşanan hasta hane ve ilaç kuyruklarını, doktor, tahlil, MR, Röntgen, Ultrason, anjiyo ve ameliyat için AYLARCA sonrasına randevular verildiğini, hatta bu arada hastaların öldüğünü hatırlatıyor. Bu konularda onlarca örnekler veriyor ve “..sadece Turizm konusunda, İspanya’yı henüz geçemedik” diye de ekliyor. 
 

AB ülkelerinde, Türkiye’nin önem ve ağırlığının çok arttığını ve diğer AB ülkelerinin artık Türkiye’yi sömüremedikleri ve onların pazarlarını bile ellerinden aldığı için düşman kesildiklerini dinledik. İşte bu nedenlerle de artık talimat veremedikleri güçlü bir iktidarı yıpratıp, rahatça talimat verecekleri koalisyonlara düşülmesi için azami gayret gösterdiklerini, hatta tüm teröristlere silah ve mali destek verdiklerini öğreniyoruz…
 

Yine uzman rehberimizin ifadelerine göre; İspanya’da işlenen suçlara hapis cezasından önce, çok ağır para cezaları veriliyor. Bu çok ağır para cezasını ödeyebilenler için elbette caydırıcı oluyor. Ödeyemeyenler ise devlete olan bu para cezası borcunu, ödeyemediği için hapsediliyor. Bir de aynı suçun tekrarı, tamamen ürkütücü cezalara yol açtığı için, suç işleme oranı çok düşüyor. Hatta “birisine yumruk mu attınız?”  Yumruk şiddetine ve sayısına göre ağır cezalar olduğundan, münakaşalar uzatılmıyor ve tatlıya bağlanıyormuş. 
 

Tabii ki bunun da istismarı oluyormuş. Yani, adam parasız kalınca, muhatabını tahrik ederse yumruk sayısına göre bol para alacağını bildiği için, burada ‘dayak yiyiciler’ de türemiş... 
 

Bir de çok meşhur olan boğa güreşleri (değil de), boğaları işkence ile ve vahşice katletme arenalarını da dehşet ve hayretle izledik.
 

SON OLARAK: “İspanya’dayken, en çok neyin hasretini çektiniz?” sorusuna cevap vereyim. En çok Ezan sesinin, camilerin ve sohbet yerlerinin, alaturka ve taharet musluklu tuvaletlerin ve Türk yemeklerinin hasretini çektik… Vesselam…

Facebook Yorum

Yorum Yazın