A.Raif ÖZTÜRK

A.Raif ÖZTÜRK

Mail: araifozturk@hotmail.com

İbadeti Hafife alanların ACI Âkıbetleri

Hocalarımdan birinin tavsiyesi üzerine yıllardan beri Kur’ânı Kerîmi, meâliyle birlikte okuyordum. Hacc Sûresi 11. Âyete gelince benliğim sarsıldı. Tekrar okudum ve ibadetlerimize, çok daha fazla önem verilmesi gereği hakkında ikaz edilmiş oldum.  

Evet, daha önceleri de ibadetlerimize, her şeyden ve her işimizden çok daha fazla önem verilmesi gereğini, Mâûn  Sûresindeki 4., 5. ve 6. Âyetlerden; “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar, kıldıkları namazlarından gaflettedirler! Yaptıklarını gösteriş için yaparlar” ..ikazlarıyla öğrenmiştik. Dikkat ve titizlikle uygulamaya da çalışıyorduk.  

Lâkin, nisyan ile mâlûl olmamız nedeniyle ve dünyevî meşguliyetler ve şeytanın tasallutları sebebiyle, kısmen dahi olsa bu hassasiyetlerimizin erozyona uğradığı da apaçık bir vâkıadır.  

Dün geceki bu Hacc Sûresi 11. Âyeti, bir can simidi gibi imdadımıza tekrar yetişti.  

Rabbim bizleri bir daha gaflete düşürmesin, inşallah. İşte o İlâhî ikâz:  

“-İnsanlardan öylesi de var ki, Allah'a iğreti şekilde (gereken önemi vermeden) kulluk eder. Kendisine bir iyilik eriştiğinde onunla mutlu olur; başına bir imtihan geldiği zaman ise yüz geri dönüverir. O, (kimse) dünyada da, âhirette de hüsrana uğramıştır. Apaçık bir hüsran diye işte buna denir.” ..Rabbim bizleri muhafaza eylesin, âmin… 

(Burada ayrıca, ‘dünyadaki zarara uğramalarımızın’ bir başka sebebinin de, “kulluğu hafife almak” olduğu anlaşılmış oluyor, fakat bu yönünü başka bir zaman ele alacağız, inşallah...) 

Şimdi kendimize bir bakalım, elimizi vicdanımıza koyarak bir nefis muhasebesi yapalım.  

I.-Namaz veya diğer ibadetlerimizden vakit kalırsa mı başka işlere bakıyoruz?  

II.-Yoksa diğer meşguliyetlerimizin arasındaki bir boşlukta mı namazlarımızı kılıyoruz?...  

Mahcubiyetle ve utanarak; “II. Şık” diyebiliyoruz, değil mi? 

Oysa Yüce Rabbimiz bizleri Zâriyat Suresi, 56. Âyetiyle: “Ben insanları ve Cinleri ANCAK BANA KULLUK ve İBADET ETSİNLER diye yarattım” yani, mefhumu muhalif anlamıyla “diğer meşguliyetlerinizin tamamı ikinci planda olmalı” ikazlarıyla uyarmıyor muydu?  

Kâmil insanlar ise hep I. şıkkı prensip haline getirmişlerdi.  

Meselâ Bediüzzaman Hz. Îdamla yargılandığı bir mahkeme sırasında, ezan okunmaya başlar. Bediüzzaman Hz. Mahkeme reisinden, vakti giren namazı kılmak için izin ister.  

Mahkeme Reisi kükreyerek:  

-“Hoca, hoca, sen idamla yargılanıyorsun, bunun sırası mı şimdi?” deyince, Üstad hemen sepetinden seccadesini çıkarır ve oracıkta “..Her şeyin Hâkimin cc. hükmü yanında, sizin idam hükmünüzün hiçbir önemi yok” dercesine, huşû içinde namaza durur. Bu davranışıyla ayrıca, ‘İlâhî randevu saatine de titizlikle hassasiyetin önemini’ gözler önüne seriyordu. 

Bizler ise ‘şu işimi tamamlayayım’ veya haber izlerken ‘reklâma girsin de o zaman kılayım’, gibi benzer basit bahanelerle namazlarımızı ertelemiyor muyuz?... 

Bir de; En’âm Suresi 72. Âyette bizlere: "Namazı dosdoğru kılın, Allah'a karşı gelmekten sakının. Toplanacağınız yer O'nun huzurudur.” ..diye ikaz edildiğimiz halde, Namazı dosdoğru kılın, ifadesindeki DOSDOĞRU kelimesinin anlamını ne kadar düşünüyoruz? Hele hele “Namaz dosdoğru kılınmazsa, Allaha karşı gelmek” anlamına geleceği mi vurgulanıyor acaba? ..diye düşünerek ürperdim… (İnşaallah, ayrı bir ikazdır!) 

Namaza durduğumuzda; İlmi ve Kudreti sınırsız ve Tüm Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın cc, Esma ve sıfatlarıyla bizleri her ân ve o ân kuşattığının idraki ve bilinci içinde miyiz acaba?   

Dosdoğru namaz kılabilmek için, namazın farzlarını, vâciplerini, sünnetlerini, ta’dîl-i erkânını ve ihlâs prensiplerini ne kadar biliyoruz? Ve ne kadarını titizlikle uyguluyoruz?   

Doğru namaz kılmak için; öğrenilmesi çok kolay olduğu halde, namazlardaki Kur’ân veya sûreleri okumayı, orijinal Arapçadan mı öğrendik? Yoksa, ârızalı lâtin harfleriyle mi?!... 

Tuttuğumuz futbol takımının, bizlere hiçbir fayda sağlamayan gereksiz malumatlarını bile detaylarıyla bildiğimiz halde, dosdoğru namaz kılmak için gerekli bilgileri, niçin hiç merak edip öğrenmiyoruz? Hani bizler “sırf KULLUK ve İBADET için” yaratılmamış mıydık? 

Ayrıca; Furkan S., 77. Âyette ise; “Duâ ve ibadetleriniz olmasa, Rabbin size niçin değer versin ki?” … İkazları ise konumuzun önemini, tamamen netleştiriyor, değil mi? 

Bütün bu ikazlara rağmen, bizler dünyevî işlerimizi gerektiği gibi öğrenip, istenildiği titizlikte yaptığımız halde, bu konulara niçin gerektiği gibi önem vermiyoruz? Koklamaya kıyamadığımız evlâtlarımıza veya torunlarımıza, bu gerçekleri niçin titizlikle öğretmiyoruz?... 

O’nun cc Yüce kitabı Kur’ânda, tekrar tekrar ikaz edilen bu emirlerine karşı gelmekten, niçin sakınmıyoruz ve sevdiklerimizi niçin ciddiyetle sakındırmıyoruz?  

  • Oysa bakınız Âli İmran-102. Âyette bizlere ne buyuruyor: 

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekirse öylece sakının! Ona lâyık olduğu tâzimi gösterin ve ancak O'na teslim olan Müslüman olarak can verin!”  

En önemlisi de; Cennetle müjdelendiği halde; Allah cc Rasûlü SAV acaba niçin “Beni HÛD suresinin ‘Emr olunduğun gibi dosdoğru ol’ âyeti kocattı” diye endişelenmesinin sebeplerini düşünüp idrâk etmektir. Vesselâm…  

Saygıdeğer dostlarım.  

Böylesine ikazlara rağmen, Cehennemi hak edenlere yazıklar olsun. 

Ne mutlu elinde hâlâ fırsat varken bu ikazları idrak ederek, gerektiği şekilde ibadetlere yönelip kurtulanlara. Ne mutlu (Fecr S., 27-30. Âyetlerle) “..Rabbi ondan razı, o Rabbinden razı olarak”, dünyada hiçbir misli görülmemiş olan, ebedî Cennet bahçeleriyle müjdelenenlere… 

NOT: Bu çok önemli, hayâtî ve hassas konuya, bir sonraki yazıda devam edeceğiz, inşallah. 

Facebook Yorum

Yorum Yazın