A.Raif ÖZTÜRK

A.Raif ÖZTÜRK

Mail: araifozturk@hotmail.com

Şefaat hakkı, işte böyle bir şey…

Saygıdeğer dostlarım.

Birkaç gün önce, belki de basit bir olay yaşadım. Fakat o olaydan sonra benliğime yansıyan ve beni ciddi duygulandıran ve meşgul eden sarsıntılarım oldu. Şu yazı başlığındaki ‘şefaat hakkı’ konusuna geçmeden önce, bu ilginç hatıramı arz etmek istiyorum. 
Birkaç gün önce; ısrarla çalan telefonumu açmağa pek müsait olmadığım halde, tekrarlı ısrara dayanamayıp açtım. Telefondaki ses:
-Hocam neredesiniz? Hemen, çok acele arabanızın yanına gelin! Arabanızı polis çekiyor. 
Bu arayan kişi, benim geçen sene 4. Dönem olarak “İman, Kur’ân ve Pedagojik Formasyon” dersleri verdiğim 21 hafızlardan birisiydi. Mezun olduktan sonra Konya’ya gittiği halde, tevafuken bugün, o saate Kavacık’ta bizim Hasan Yavuz bölgesindeki merkez mağazamızın yakınından geçiyormuş. Büyük deposu olan dörtyoldaki OUTLET mağazamızdan birkaç koli malzeme götürülmek için, elemanlarımız benim arabamı kullanmışlar. Bu merkez mağazamıza kolileri indirdikten sonra, mağaza içindeki depoya 1-2 dakika içinde yerleştirirken, polis gelip arabamı kaldırmaya başlamış. İşte bu manzarayı oradan geçerken gören o talebem, telefonda bana âdeta feryat ediyordu:
-Hocam lütfen, neredeyseniz çabuk gelin, arabanız çekiliyor.
Ben; “Emin kardeşim ben evdeyim, elemanlarımız o mağazamıza birkaç koli götürmüşler, 1-2 dakika içinde gelirler” diyebildim. 
•    İşte bundan sonrası çok daha ilginç ve önemli!...
Benimle konuştuktan sonra, heyecandan telefonunu kapatmayı unutmuştu. 
Polise âdetâ şöyle yalvarıyordu:
-“Memur bey lütfen çekmeyin. Bu araba benim hocamın arabasıdır. O böyle bir hatayı kesinlikle yapmaz, fakat elemanlarından birisi hocamın arabasıyla birkaç koli mal getirmiş, şimdi gelir. N’olur çekmeyin. Ceza da yazmayın, aha işte geliyor. İndirin.” Diye yalvarıyordu. 
Memur beye çok çok teşekkürler ettikten sonra da, tekrar “ceza yazmadınız değil mi memur bey, ceza yazmadınız değil mi?” diye de ısrarla onaylattırıyordu. 
•    Bu olayı niçin anlattım? Hemen arz edeyim: 
Kur’ânda ve Hadîs-i Şeriflerde geçen ‘hafızların da (hafızlıklarının hakkını vererek koruyabilirlerse) şehitler gibi, belli sayıdaki yakınlarına şefaat etme hakkı’ olduğunu defalarca okumuştum. Bu kardeşimiz de HAFIZ olduğu için, yine okuduğum o kitaplardaki Mahkeme-i Kübra ve ‘hakiki müflis kişinin’ o andaki manzaraları da hayalime düştü. Gözlerim ıslanmaya başladı. Niçin mi? 
Bu hâleti Rûhiyemi ifade edebilmem için, hakiki müflis kişi olayını da özetlemem lâzım. 
Şöyle ki:
Allah Rasûlü SAV, sahabeleriyle sohbet ederlerken, birden “hakiki müflis kimdir” diye sorar. (Müflis, iflâs eden kişi demektir.)
Tabi ki herkes kendine göre; “yüzlerce devesi (koyunu, bağı, bahçesi, vs.) olduğu halde, yanlış yönetimiyle bütün develerini kaybedip, fakir kalan kişidir” gibi cevaplar verirler.
Allah Rasûlü SAV, tekrar “Ben müflis kimdir demedim, hakiki müflis kimdir dedim” diye ısrar edince, hep birden “Allah cc ve Rasûlü daha iyi bilir” diyerek, cevabını istediler. 
Allah Rasûlü SAV şöyle devam eder: 
-“Bir Müslüman kişi Mahkeme-i Kübra’da sorgulanırken bakılır ki, bulûğ çağından vefatına kadar namazlar kılınmış. Oruçlar tutulmuş. Hacca gidilmiş. Zekât ve sadakalar verilmiş. İlk bakışta CENNETLİK olduğu gözüküyor. Fakat bu kişinin üzerinde birçok insanların ve hayvanların hakları var. Bunlar haklarını istiyorlar. Bu kişinin fazladan kazandığı hayır-hasenat sevaplarından, bu hak sahiplerine sırasıyla verilemeye başlanır. Bir noktadan sonra hayır ve hasenat sevapları biter, fakat alacaklılar bitmez. Bu sefer hak sahiplerine, bu kişinin namaz, oruç, zekât gibi farz ibadetleri verilmeye başlanır. Bu helâlleşmeden sonra, farz ibadetlerinden borçlu duruma düşen Mü’min, CEHENNEMİN önüne getirilir. İşte hakiki müflis bu kişidir.” Buyururlar… 
•    Şimdi de niçin çok duygulandığımı arz edeyim:
Yukarıdaki HAFIZ olaylarını ve hafızların da şehitler gibi şefaat hakkını hatırlayınız. 
Ben bu hafızın, polisle mücadelesini ve hakiki müflis olaylarını birlikte düşünmeye başladım. Hayalen, Mahkeme-i Kübra’da (Allah cc muhafaza eylesin) bu durumlara düştüğümü de hayal ettim. 
Sonra o hafız kardeşimizin bu yetkisini benim adıma kullanmak için “Yâ Rabbi, bu kişi benim hocamdır, n’olur benim yetkimi değerlendiriniz ve onu bırakınız, Cehenneme atmayınız, n’oolur” gibi yalvardığını düşündüm ve çok duygulandım. 
“Külli âtin kârîb”, yani ‘her gelecek yakındır’ sırrınca, elbette Mahkeme-i Kübra da, yukarıda özetlenen yargılanacağımız dehşetli gün de yakın sayılır. Bu yargılanma, benim için gerçekten yakın olduğu gibi, istisnasız tüm insanlık âlemi için de yakındır. 
•    İnanmamak; o büyük ve dehşetli günün gelmesine asla engel değil, tedbir alınmasına ve Mahkeme-i Kübra da Cennetleri kazanmaya engeldir. İnanmamak ve tedbir almamak ebedî Cehennemi hak ettirebilir. (Allah cc muhafaza eylesin.)
Necip Fazıl’ın ifadesiyle: Yâ İslam’la yaşarsın, yâ küfürle çürürsün. Yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün… 
İşte bu nedenlerle, bu olayın hatırlattığı bu yakın gerçekleri ve duygularımı saygıdeğer okuyucularımla paylaşmak istedim. Hafız kardeşime de şükranlarımı arz ediyorum. Vesselâm…
 

Facebook Yorum

Yorum Yazın