A.Raif ÖZTÜRK

A.Raif ÖZTÜRK

Mail: araifozturk@hotmail.com

Yalnızlık, İnzivâ, İtikâf, Halvet ve Kabir Hayatı...

Bazı kitaplarda ve internette, itikâf, inzivâ ve halvete girmek konularını incelemiş ve bu konuda da araştırmalar yapmıştım.

Son zamanlarda da ‘çok avantajlı bir ibadet’ olduğunu öğrendiğim inzivâyı arzu edip, bu konuda hazırlık yapmaya başlamıştım. Bu hazırlık sırasında gelişen ilginç olaylarla, gayri ihtiyari olarak müthiş duygular içine sürüklendim.

Bu duygularımı arz etmeden önce, itikâf, inzivâ ve halvetin ne demek olduğunu bilmeyen genç kardeşlerim için, çok kısa bir bilgilendirme yapmak isterim.

İNZİVA: Köşeye çekilmek, dünyadan bir müddet el-etek çekmek, insanlardan uzaklaşmaktır. İnziva’nın uzlet ve halvetle de mana birliği ve amaç bütünlüğü vardır. Halvet, inzivanın tarîkî anlamıdır.

Fıkhî anlamda inziva, itikâf ve halvet; İbadet, zikir, Kur’ân okumak, cevşen, tesbihat, tahmid, şükür, tefekkür, riyazet, râbıta-i mevt, murakabe ve Dînî ve Îmanî ilimlerle meşgul olmak üzere, dünyevî meşguliyetlerden soyutlanmaktır. Yalnız başına tenha bir odaya, tekkelerde halvethane denilen bir hücreye veya bir mescide 3-7-10-21-40 veya daha çok günler kapanmaktır. Uzlette; Tv., İnternet, haberler, telefon, kısacası dünya kelâmı konuşmak vs. yasak olduğu gibi, hayvani gıdalar da yenilmeyecektir…

İtikâfın meşruiyeti, Kur’an ve Sünnet ile sabittir. “Mescidlerde itikâfta bulunduğunuz zaman kadınlara yaklaşmayın.” (Bakara 2/187.) Tarikat ve Tasavvuftaki ‘halvete girmenin’ veya inzivânın şer’î dayanağı da işte bu itikâf âyetidir.

Özetle; itikâf ve inzivâ, insanın dünyaya gönderiliş gâyesine uygun olarak, hiç olmazsa bir süreliğine dolu dolu yaşamaya çalışmaktır. İtikâfın en makbul zamanı, Ramazan’ın son 10 günüyken, inzivanın ise özel bir günü yoktur...

Bu bilgiler ışığında bendeniz de inzivâya girmek için hazırlık yapıyordum.

Ancak; Önce, nasılsa Köroğlu-ayvaz misali iki kişi olduğumuz için, evimde ve kendi çalışma odamda inzivâya girmeyi düşündüm. Ancak, evde olduğum bilinirse, işyerlerimden sürekli evrak imzalatma maksadıyla veya dost veya arkadaşlarımın ziyaretleri, uzletimi bölebilirdi. “Evde yok” dedirtmek te yüce dinimizin çok önemli bir yasağı olan bir nevi “yalan”olacağından, herhangi bir mescid veya camide inzivâya çekilmeyi daha münasip görmüştüm.

Bu niyette olduğum için, mescid ve camilere gittiğimde, kendimi her camide “inzivaya veya halvete girmiş gibi hayal etmeye” başladım. Gündüz namazlarında bana normal geldiği halde, gece namazlarındayken hayal ettiğimde ise içime ürpertiler gelmeye başladı.

Yani, 3 veya 7 günlük (hayvansal olmayan) yiyecek ve içecek alıp inzivâya niyet ettiğimi farz ediyordum. Gündüz iyi de gece herkesin evlerine çekildiğini ve benim de bu mescid veya camide, karanlıkta, tek başıma kaldığımı düşünürken ürperiyor ve ürküyordum.

Öyle ya, etrafımız sadece görünen âlemden ibaret değil ki! Melekler de var, Rûhânî varlıklar da var, üstelik Müslüman vegayrimüslim şerir Cinler de var…

  • İşte tam bu minval üzere düşünceler içindeyken, benim çok sevdiğim yeğenim ve DİVANYOLU Dergisi’nin de sahibi olanMuammer Erkul’un babası vefat etti. Tekirdağ/Çorlu’daki cenazesine gittim.

Dînî görevlerimizi icra ettik ve köy kenarındaki mezarlığa gittik.

Muammer yeğenim bir yardımcısıyla öz babasını o karanlık kabre koyunca, ‘o kabre konulan kişi sanki benmişim’ gibi düşünmeye başladım. Kur’an’dan ve Hadîs-i Şeriflerden öğrendiğimiz gerçekler, yani o kabir; üstümüze toprak örtüldükten sonraki ahvâl, gözümün önünden geçmeye başladı. Şöyle ki; İmam efendi talkın vermeye başlayınca RÛH cesede gelecek ve uykudan uyanır gibi o zifiri karanlıkta uyanacağız. Sonra kalkmak isteyince kafamız üst tahtalara vuracak ve o ürperti içindeyken, o soğuk ve kapkaranlık kabir, Rûhumuz için bir sorgu salonu haline dönüştürülecek...

Düşününüz ki; ben veya siz, orada çaresizlik içinde yapayalnızsınız.

Gözlerinizin nuru olan evlâdınız ve en sevdikleriniz sizi mezara yatırdı, üstünüzü toprakla örttü ve biraz yas tutup bırakıp gittiler. O karanlık mekânda tir tir titrerken, gümbür gümbür Münker ve Nekir melekleri gelecekler ve “Men rabüke, vemen nebiyyüke, vemê dînüke,” vb. malum sorgulamalara başlayacaklar. Bu dehşetli sorgulamalardan sonra, amelimize göre o kabir; Yâ bir Cehennem çukuru gibi bir işkence yerine çevrilecek, Kıyamet ve Haşir gününe kadar işkence devam edecek. Veya Mü’minler için; o kabir MUHTEŞEM BİR CENNET BAHÇESİNE çevrilerek, Kıyamet ve Haşir gününe kadar devam edecek. Üçüncü bir şık yok. Veya Yüce Rabbimizin, özel muameleleri uygulanacak…

  • İşte bu cenaze merasimindeki, o kabrin üzerine toprak örtülmesi sırasındaki bu ulvî tefekkürlerim; yukarıda arz ettiğimuzlete girme yalnızlığından tutun da, tüm hepimizin başına gelecek olan KABİR karanlıklarına ve yalnızlığına kadar uzandı.

İnzivânın, yani Uzletin loş karanlığındaki namaz, niyaz, Kur’ân ve zikirler, bizlerin bu kabir hayatımızı aydınlatacağı ve bizleri kendimize getirip, FÂNÎ DÜNYA hayatının geçici ve aldatıcı cazibesinden kurtaracağı için, özellikle de Kabrimizi CENNET bahçelerine çevireceği vaad edildiği için, inzivanın önemi daha iyi anlaşılmış oldu.

Risale-i Nur eserlerinin birçok eczasında, Bediüzzaman Hz.’nin inzivaya olan rağbetini okuyordum ve dinliyordum. Bu kadar çok sevdiği ve değer verdiği talebelerini sık sık yalnız bırakıp inzivaya çekilmesinin, ne kadar çok önemli ve ne kadar tatlı bir meşguliyet olduğunu şimdi idrak etmeye başladım.

Öyle yâ, Zâriyat, 56.’da Rabbimiz; Ben, cinleri ve insanları, ANCAK (yani, başka maksatla değil, diğer meşguliyetleriniz teferruattır, sadece) bana ibâdet etsinler diye yarattım!” buyurmuyor mu? İşte inziva da kişiyi, bu minval üzere bir süreliğine bile olsa muhafaza edecek...

Hele hele inzivanın avantajları, sadece Kabir hayatına münhasır kalmadığı, Haşir, Kıyamet, Sırat, Mahkeme-i Kübra gibi safhaları da kapsadığı vaat edildiği için, gönül huzuru içinde bu ulvî ibadeti, ilk fırsatta yerine getirmeye karar verdim. Rabbim bana da nasip etsin. Sizler de bana “Ooo, çok geç kalmışsın!” demek yerine, hayırlı dualarınızla yardımcı olunuz.

İnşaallah başarılı olurum… Vesselâm.

Facebook Yorum

Yorum Yazın