Eski Diyanet İşleri Başkanı M. Said Yazıcıoğlu'ndan açıklamalar

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Eski Diyanet İşleri Başkanı Mustafa Said Yazıcıoğlu, Habertürk'ten Mehmet Akif Ersoy'un sorularını yanıtladı. Yazıcıoğlu, 'Ne Yan Yana Ne Karşı Karşıya' adlı kitabı başta olmak üzere, İslam, siyaset, din-devlet ilişkileri, Osmanlı ve Cumhuriyet'te din siyaset bağlamı üzerinde görüşlerini anlattı....

Habertürk'te Mehmet Akif Ersoy'un sorularını yanıtlayan eski Diyanet İşleri Başkanı Mustafa Said Yazıcıoğlu, Ramazan ayı başta olmak üzere gündemdeki konulara ilişkin açıklamalarda bulundu. Yazıcıoğlu görev yaptığı Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan siyasetteki macerasına değin ilginç anılarını paylaştı. Devlet görevlerinde ehliyat, liyakat ve adaletin esas olduğunu sıkça vurgulayan Yazıcoğlu'nun sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

MEHMET AKİF ERSOY: Ramazan ayını idrak ediyoruz. Bir salgın tehdidi ile karşı karşıyayız. İslam'ı algılayışımız, yaşayışımızla ilgili buna dair gözlemleriniz. Neden uzaklaştık?

MUSTAFA SAİD YAZICIOĞLU: Burada söyleyeceğim düşüncelerimin bütün sorumluluğu bana aittir. Hiç kimseyle hesabım kitabım yoktur. Uzun yıllar tecrübelerden süzülmüşleri burada aksettirmek istiyorum. Bir polemik vesaire konusu olsun istemem. Bu sene Ramazan biraz buruk geçiyor. Ramazan deyince teravihle beraber bir kısım güzellikler, İstanbul'da, Sultanahmet'te iftarlarıyla coşkulu kutlanan bir ay. Bu sene herkes evinde kutluyor. Bunun da hikmetleri vardır. Önemli bir süreçten geçiyoruz. Bir uluslararası salgınla karşılaştık. Ramazan ayı muhasebe ayıdır. İnsan hayatını koşuşturmacısı içerisinde pekçok şey yapar. Ama durup da 'nereden geldim, nereye gidiyorum' diye muhasebe yapması lazım zaman zaman. Ramazan çok farklı bir ay. Kur'an'ın indiği ay. İçsel onarımın yapılması gereken bir ay. Bir an durup muhasebe gerekir. Ticaret yapanlar yılda bir ne geldi, ne gitti bilançolarını hazırlarlar. İnsanların muhasebe yapmasında fayda var. Üzücü dediğim hadise biraz da bunu tetikliyor.

"BU RAMAZAN'DAN ÇIKARACAĞIMIZ DERSLER VAR"

ERSOY: Siz eski Ramazanlar diyor musunuz?

YAZICIOĞLU: Her dönemin kendine göre özellikleri var. Eskiye nostalji çok fazlalaştı. Doğayı tahrip ettik, dünyayı yaşamaz hale getirdik. Bu pandemi dolayısıyla trafik yok, insanlar dışarı çıkmıyor. Havanın temizlendiği, semanın ak pak haline geldiği, hatta ozon tabakasının da yavaş yavaş kapanmakta olduğu söyleniyor. Felaket de artı şeylere yol açabiliyor. Bundan sonraki Ramazanların bu Ramazan'ın verdiği derslerle karşılayabiliriz.

ERSOY: Neyi kaçırıyoruz? Yanlış anlattığımız bir şey var mı İslam adına?

YAZICIOĞLU: O kadar çok şey var ki. Dini topluma gerektiği gibi anlatamadık. Dini çok ibadet ağırlıklı anlattık. Yanlış anlaşılmak istemem. Namaz üzerinde durulması gereken bir ibadet ama duruş şeklimiz zannediyorum istenen faydayı vermedi. Namaz insanı bir yere götürür, ahlaklı bir insan yapar. Bunu ne derece sağlıyoruz orada sıkıntılarımız var. O kadar farklı şekilde sunduk ki, yani namazı kılan işi bitiriyor gibi algılandı. Namaz Allah'la kul arasında bir şeydir. Benim namazımın size ne faydası ne de zararı olur. Asıl olan insanın gündelik hayatta yapıp ettikleridir. İşin toplumsal boyutudur. Namaz dinin direğidir. Allah'la kul arasında görülecektir. Namaz kıldım diye 'artık ben oldum' havasına girinmez. Ama biz şekli boyutla daha çok ilgilendik. En ufak iş de büyüktür. Yaptığı işin hakkını vermektir asıl olan.

"DİYANET'LE İLAHİYAT ARASINDA BAĞLANTI KURAMADIK"

İbadetleri çok öne çıkınca, sanki ibadeti yapınca geriye bir şey kalmıyor gibi bir izlenim var bende. Halbuki yapılan işin hakkının verilmesi lazımdır. İnsan yaşayacağı ömür ne kadarsa bunu insanca yaşasın, kul huzurlu ve mutlu şekilde yaşasın. Herkes yaptığı işin hakkını verecek ki resim tamamlanacak. Onun için ibadetleri anlatırken sade ritüelleri öne çıkararak değil de, bir bütün olarak öne çıkartmak gerekirdi.

ERSOY: Kim yapmalıydı bunu?

YAZICIOĞLU: Başta Diyanetimiz, ben de o sorumluluğu taşıdım. İlahiyat fakültelerimiz, bilim üretiyorlar. Diyanet ile İlahayat arasında olduğu gibi bağı kuramadık maalesef. Diyanet, topluma ışık tutacak çalışmaları İlahiyat'tan ilahiyattan talep edebilir. Bu bağı kuramadık biz.

ERSOY: Çok değerli din alimleriyle sohbet ettiğimizde mesela Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu kuruldu. Diyanet'te böyle bir istişare kurulu, daha önce başkanlık yapmış olanlarla. Görüşür müsünüz?

YAZICIOĞLU: Zaman zaman görüşürüz ama böyle bir kurumsal bir şey yok. Dışarıya çıktığınız zaman daha sakin, objektif olaylara bakabiliyorsunuz. Güzel bir şey söylediniz. Zaman zaman bir araya geliyoruz. İstişare mahiyetinde, ilahiyat fakültesinden kişiler, eski başkanlar. Kurumsal bir şekilde olmuyor.

ERSOY: Evlatlarınızla, torunlarınızla sohbet ediyorsunuzdur mutlaka. Bu sohbetlerle, gençlerle sohbetlerde DEAŞ, FETÖ, El Kaide gibi yapılar, dini istismar eden gruplar, bunların dünyaya yaydığı İslamofi. Size ne diyorlar. Bir haksızlık, bir anlatamamışlık...

YAZICIOĞLU: Söylediğiniz şeyler büyük problemler. Herkesi üzüyor. Bu Kur'an-ı Kerim elimizde bir kitap. Bu kadar hocalar biri öyle, biri böyle diyor. Niye hepsi ortaya koymazlar da biz de birlikte yürüyelim deniyor.

ERSOY: Hakikat tekelciliği, yeni anlama biçimi. Müslüman kimdir?

"HERKES KENDİNE GÖRE TUTTURDUĞU YOLDAN GİDERSE..."

YAZICIOĞLU: Müslüman Allah'a teslim olmuş kimsedir. Ama nasıl teslimiyet? Gençlere şunu söylemek isterim; artık dünya ile içiçeler. Dünyayla olan biteni Türkiye'de olan biteni takip ediyorlar. Olumsuz çok şeyler olabiliyor.
Mesela siyasetten gördükleri bir yanlışı, 'bir muhafazakar yönetim nasıl böyle yapar' gibilerinden, halbuki siyasetin de yanlışları olabilir. Onun yanlışını dine hamletmek doğru bir şey değil. Dinde farklı algılar var. Onlara küsüp de dine cephe almak doğru bir şey değil. Farklı yorumlara bakıp, en sonunda kendinin araştırması-karıştırması lazım. Bu pire yorgan meselesine benzer. Bir yanlışlığı görüp de 'Bir dindar, muhafazakar insan bunu yapıyor, o zaman ben bu işte yokum' diye bir şey olmaz. Dinin özünü kavramada bizim sıkıntılarımız var. Bir metodolojiden yoksunuz. Herkes kendine göre bir üsul tutturmuş. Bunun çok farklı boyutları var. Metodolojik üsluba sahip olmamız lazım. İki eski Diyanet İşleri Başkanımız konuya ciddi şekilde el atmışlardı. Ali Bardakoğlu hocamız ekibiyle birlikte çok ciddi araştırmalar yapıyor. Mehmet Bey, Ankara'da enstitü kurdu. Bunlar çok güzel gelişmeler. Herkes okuduğu, kendine göre tutturduğu bir yoldan giderse, işte İŞİD de, El Kaide'de öyle yapıyor, alına eline palayı yürüyor. İslam dünyasında iki tip anlayış var. Bizim eski fukahamız Allah onlardan razı olsun bize birçok külliyat bırakmışlar. Bir şey lazım olunca orayı açar buluruz anlayışı. Halbuki bu fukaha gerçekten büyük emek vermişler. Ama bunlar asırlarca yapılan çalışmalar. Din eşittir fıkıh değildir. Fıkıh o dönemin müçtehitlerin oluştudukları, geliştirdikleri bir kısım çözüm önerileridir. Onlar o dönemin şartlarına göre önermişler. Oradaki bir kısım çözümler bize uyuyorsa eyvallah ama uymuyorsa aynı gayret de bize de düşer. Kur'an bir ilahi kitaptır. İlanihaye devam edecektir. Herkese hitap eden tarzı vardır. Bir kısım ayetler yoruma açıktır. Yorum sahipleri birbirini kınamak yerine 'Benim okumalarımdan anladığım budur' derse çok daha hayırlı bir iş yapılmış olur.

Biz insanımızı 3-4 asır öncesine götürmeye çalışıyoruz. Bugünün insanının önünü açacağız biz. Biz 7-8-9-10. asırlarda İslâm medeniyeti var. Felsefe, tabii bilimler, astronomide ve birçok alanda. İnanılmaz filozoflar yetiştirdik. Yunan felsefesi bir merhaledir. Bizim filozoflar Yunan felsefesinde yapılan yorumları tercüme yoluyla edindiler ve onu çok aştılar. İbn-i Sina'nın 'Şifa'sı uzun yıllardır Batı üniversitelerde okutulmuştur. Biz bu gelişmeyi sağladığımızda Batı engizisyonla uğraşıyordu. Onlar az çok çözüme ulaştırdılar biz kendimizi tekrar edip üretemez olduk.

ERSOY: Din devlet ilişkisi nasıl oldu?

"İSTİŞARE, ADALET, LİYAKAT VE EHLİYET"

YAZICIOĞLU: Din devlet ilişkisi Batı'da da problemlidir. Fransız İhtilali'nden sonra 'bu alanları biz ayıralım' dediler ve din ile devleti ayırarak laiklik dediler adına. Bir konsensüse, uzlaşıya vardılar, laiklik dediler kendilerine göre gittiler. Bizde peygamberimizden sonra 4 halife dönemi. Kur'an'da din devleti, şeriat devleti diye bir kavram yok. Yönetimle ilgili ilkeler var. Bunlar istişaredir. İstişare yakın çevreyle olur, biraz daha genişletilir. Ondan sonrası adalettir. Adalet çok önemli kavram. 'Benden yana' olana adalet değil herkese. Üçüncüsü liyakat ve ehliyettir. Bir makama birisi geleceği zaman en iyi o işi kim yapar, aranıp bulunur. Soyuna, sopuna, orasına, burasına bakılmaz. O kişiye büyük sorumluluk verdiğin zaman bütün insanların ondan istifada etmesi lazım. Ondan sonra itaat. Seçtiğimiz Ululemre itaat edeceksiniz. İtaat olmazsa kaos, anarji olur. 4 halifenin geliş şekilleri farklı farklıdır.

"BİLİM KURULU GİBİ DEPREM KURULU OLUŞTURULMALI"

Kur'an'da hüküm olmadığı için. İlkeler konmuştur. Devlet siyaseti dini değil siyasi bir konudur. Dini temeli yoktur. Ama bu işi yaparken Kur'an'ın koyduğu ilkeler var. Evrensel ilkelerdir bunlar. İstişare, adalet. Peygamberimiz vefatından önce hiçbir zaman 'Benden sonra şöyle yapın' diye beyanı yok. Devlet yönetimi meselesi dini değil siyasi konudur. Ama dinin belirlediği bir çerçeve var. İlkeler ve kriterler var. İnsanların ferasetine bırakılmıştır bu iş. Din devleti, şeriat devleti diye bir şey çıkmaz bundan. Ülkeyi yönetecek en likayatli, adil, istiraşereye değer veren yönetim ortaya koyar. Emevi biraz gayrimeşru bir şekilde işe el koydu. Meşruiyetini temellendirmek için can alıcı kavramların içini boşalttı. Kader gibi, takdiri ilahi gibi. 'Allah'ın takdiri böyleydi, ne yapalım' diyerek işi efsunlaştırdı. Kendi sorumluluğunu aşkın bir varlığa öteleyerek aradan sıyrılmış oldu. Dini olumsuz etkiledi. Bu takdiri ilahi kavramı can alıcı kavramdır. Bir tedbirsizlik dolayısıyla ortaya felaket çıktığında takdiri ilahiye bağlanır zaman zaman. Mesela deprem yaşadık, yaşıyoruz. Allah korusun İstanbul için sürekli alarm verilir. Bu işle uğraşan bilim adamlarımız var. Bilim diyor ki, fay hatları var, Kuzey Anadolu vs. Çok ince detaylarına kadar bilinir. Dolayısıyla bu fay hatları üzerinde yerleşim olmaz. Şayet yapacaksanız ona göre statiği, hesabı olur. Bunları biz yapmayız, bilim 'yapmayın, etmeyin, dere yataklarına inşaat yapmayın' diyor. Bizim Trabzon'da dereler eskiden çağıl çağıl yaparlardı. Derenin üzerinde adacık kalmış, onun üzerine 5 katlı dikmiş. Yarın sel olunca bunu takdire ilahiye bağlarsak haşa Allah'a bühtanda bulunuruz.

Bundan ders çıkarmayız. Sorumluluğu da 'Allah böyle takdir etti' deriz.

ERSOY: Din bilim ilişkisi. Cuma namazlarının salgın nedeniyle kılınmaması.

YAZICIOĞLU: Pandemi dolayısıyla Sağlık Bilim Kurulu oluştu. Hocalarımız çok güzel konuşuyor. Cumhurbaşkanımız, Sağlık Bakanı hakkını teslim etmek lazım. Sağlık ordumuz inanılmaz bir şekilde çalışıyor. Bunların hakkı ödenmez ve inşallah toparlıyoruz. Buradan şu teklifte bulunalım, bir Deprem Bilim Kurulu da oluşturalım. Çok sayıda bilim insanlarımız var. Felaket geldikten sonra kurum oluşturmamız bir anlam ifade etmez. Bir kurul oluştursak, ayda 1 toplansalar, şimdiden ne tür tedbirler almak gerekir, çok iyi olur.

ERSOY: İki teklif geldi Diyanet eski başkanlarının istişare kurulu ve deprem kurulu. Batı din devlet ilişkisini çözdü mü? Türkiye de seküler bir ülke.

YAZICIOĞLU: Batı kendine göre çözdü. Biz Emevi'de eksen kayması yaşadık. Allah, akletme melekesi vermiştir insana. Akıl herkeste var ama önemli olan onu işlemektir. İnsanoğlu kuzuyu kesiyor da kebap yapıp yiyor. Yüzen balığı yakalıyor, yiyor. Bu insan özgüven sahibi bir insan. Fakat içi boşalmış olan anlayış insanı o hale getiriyor ki, pasif ve edilgen hale getiriyor. Herkes evinin önünü süpürmezse mahalle temiz olmaz. Biz kaymayı yaşadık. Osmanlı'ya geldik. Emevi'den beri din devletin kontrolü altında. Osmanlı'da malum Şeyhülislamlık var. Son dönemde Şeriye ve Evkaf Vekaleti var. Osmanlı çöküyor, Kurtuluş Savaşı ve sonunda Cumhuriyet kuruluyor.

ERSOY: Osmanlı'da 36 padişah var? Kaç tane şeyhülislam var, 134 mü? İlginç değil mi?

YAZICIOĞLU: Çünkü onlar kamu görevlisi. Bir Ebusuud Efendi var.

ERSOY: Olması gereken ne? Şeyhülislamın devlette pozisyonu ne?

"BEN DİYANET BAŞKANI İKEN PROTOKOLDE 50. SIRADAYDIM"

YAZICIOĞLU: Bizim geleneğimizde bu var. Osmanlı zaten başka türlü uygulama yapamazdı. Şeyhülislamdan padişah zaman zaman görüş alır. Ama öyle görüş alır ki bazen kardeşlerin, evlatların katline dair görüş alır. Şeyhülislamlar görüşlerin altına 'nasıl gerekirse öyle yapıla' der. 'Dini açıdan soruyorsanız bizim görüşümüz budur, biz böyle söylüyoruz ama devlet işlerini bağlamaz' gibilerinden. Bir kamu görevlisi gibi algılarsanız ondan bağımsız davramması zor. O kişilerin şahsiyetiyle ilgilidir. Cumhuriyete geçtiğimizde Şeriye ve Evkaf ikiye bölünüyor. Birisi Diyanet diğeri Vakıflar. Diyanet İşleri kamudur, statüsü bir hayli düşürülmüştür. Şimdi biraz daha protokol olarak öne gelmiştir. Ben Diyanet İşleri Başkanı iken protokolde 50. sıradaydım. Soru önergelerinde sivil olarak giyindiğimiz soruluyordu. Ben de 'protokolde 50. sırada oturuyorsam sivil otururum' diyordum.

Atatürk Cumhuriyeti kurduğunda Diyanet ve Genelkurmay'ı kurdu. İkisinin başkanına da aynı maaş verildiği söylenir. Silahlı Kuvvetler yürüdü, Diyanet pustu kaldı. Ama şimdi Diyanet'e birçok şey verildi. Protokol de düzenlendi. Ben Diyanet İşleri Başkanı iken kaymakam plakası vardı, mücadeleyle müsteşar plakası olmuştu.

ERSOY: Siz dediniz ki, protokolde bizi öne almadıkları için protokolde sarık cübbe giymiyordum. Kitabınızı okudum. Başkanlıktan sonra minibüse biniyorsunuz. Çok da az rastladığımız bir hikaye. Bunu bir anlatır mısınız? Bugün hükümet Diyanet'in koşulları düzeltildi ama.

YAZICIOĞLU: Başkanlıktan bir Cuma vakti ayrıldım. Bir boşluk oluyordu tabii. Hacı Bayram Camii vardır Ankara'da. Oraya çok giderdim. Dedim ki 'o tarafa gideyim'. Baktım dolmuş geldi. Biraz ürkek ve çekingence. Sanki herkes bana bakıyormuş gibi. Arkama bir el vurdu omuza. 'Verir misiniz' dedi parayı. Ben de önümdekine parayı verdim. Makamda oturan kişi bir gün o makamdan kalktığını düşünmesi lazım. Öyle insanlar var ki, ayrıldığı makamın önünden bile zor geçer. Ama ben Allah'a çok şükür gittiğim zaman insanların yüzüne bakmak bana mutluluk verir.

O işi en iyi şekilde yapan insanı bulup oraya koyacaksın ki insanlar rahatlasınlar. Adalet de onun tamamlayıcısıdır. Biz adalet sistemini daha geriye gidersek, sahabe dönemine. Biz o sahabe döneminin eleştirisini yapamadık. O dönemde kutsanacak çok şey eleştirecek çok şey var. İktidar uğruna insanlar birbirinin kanına girdi. Bir müslüman bir müslümanı öldürdü. Oradan da kelam ilmi doğdu. Cemel, Sıffin olayları. Akraba kayırmacılığı. Bunların özeleştirisini yapabilseydik, siyaset teorisi üretebilirdik. Bir adalet sistemi çıkarıp da yerleştiremedik.

ERSOY: İslam neden tartışmadı bunu?

"OBJEKTİF ELEŞTİRİ YAPABİLSEYDİK SİSTEMİ OTURTURDUK"

YAZICIOĞLU: Kutsadık onu. Ashabın içinde öyleleri var ki, işini hakkını vermeyen bir sürü insan. İnsan her yerde insandır. O dönemin insanı da insandır, bu dönemin insanı da insandır. Ölçüler bellidir. Maturidi der ki, 'insanın mayası, hamuru, hırsları var' der. O zaman da vardı, bu zaman da var. İktidar uğruna birbirinin kanına girmiştir. İşte Emeviler dönemi. Bir objektif eleştiri yapabilseydik iyi bir siyasal sistem oturtabilirdik. Hem milli hem uluslararası hukuk normu da oluşturamadık. Bunlar bize çok pahalıya maloldu.

ERSOY: Bu kadar alimler yaşadı. Siyasetin içinde güçlü şekilde yer aldılar. Bazen padişahların, devlet adamlarının kararını etkilediler. Bu sistem 1400 yıldır hiç tartışılmadı mı?

YAZICIOĞLU: Bizde tartışılması tabu olan konular oluşmuştur. Kutsanan bir döneme dokunduğunuz zaman cıss olur.

ERSOY: Tepki alıyor musunuz bunları söylediğinizde?

YAZICIOĞLU: Tepkiler olabilir. Ama 'ben böyle okudum' diyorum. Cenab-ı Hak daha önce din gönderdi. İşte hristiyanlık. Cenab-ı Hak 'Size en mükemmel ve inanç sistemi gönderiyorum' dedi. Peygamberimizle gönderdi. Şimdi dönüp bakalım en son ve mükemmel kitaba sahip olanların haline. Burada bir kaymanın sonuçlarını yaşıyoruz. Kur'an'ın ortaya koyduğu insan tipolojisini kaybettik. Bir şeye karışmayan, edilgen bir tip çıktı ortaya. Halbuki müslüman mücalecidir. İnsanın değerini, insan tipolojisini kaybettik. İnşallahla işler düzelmiyor. Herkes işin hakkını vererek bir noktaya gelebiliriz. Sapmayı yaşadığımız için yanlış zeminde doğru arıyoruz. Sapmanın nerede olduğunu tespit ederek, özünü yakalarak doğruyu yakalamamız lazım. Her asrı bir kabuk olarak düşünebiliriz. Kabuklar oluştu şimdi en tepede durup da öze varmayı düşünüyoruz. Kur'an'ı nasıl anlarız diye arkadaşlarımız çalışıyor, inşallah bir çıkış yolu bulacağız.

ERSOY: Hutbeleri nasıl değerlendirirsiniz?

YAZICIOĞLU: Cumhuriyet döneminden beri din devlet işleri hep sancılı olmuştur. Diyanet İşleri Başkanı olduğum zaman 37 yaşındaydım. Hala tüylerim diken diken olur, nasıl oldu bu iş diye. 2 gün sonra Başbakan Özal ziyarete geldi, Allah rahmet etsin.

ERSOY: Ağabeyiniz çok kıymetli devlet adamıydı. Recep Yazıcıoğlu.

"TÜRKİYE'DEKİ YAPI İSLÂM DÜNYASI'NDA YOK"

YAZICIOĞLU: Evet, doçenttim o zaman. 1 yıl apartımanda yöneticilik yaptım, hasta oldum. Başka bir yöneticiliğim yok. Rahmetli Tokat Valisi idi. Kalktı Ankara'ya geldi ikna için. Rahmetli Özal 'yaşın genç, en zor işlerden birini yapacaksın, siyasetin talepleri olur sen onları kırıp dökmeden bildiğin gibi yap arkanda ben varım' dedi. Siyaset çok müdahil olur. Atama işleri. Müftüyü oraya al, buraya ver vs. gibi. Bir sefer dedim ki siyasiye 'Sen tanıyor musun' dedim, 'Yok' dedi. 'Bir git tanı' dedim, gitti sonra geldi 'Özür dilerim' dedi. Rahmetli Özal Cumhurbaşkanı olmuştu. İlgili bakanla sıkıntılarımız oldu. Yeni hükümet kurulunca Diyanet'i direk Başbakanla irtibatlandırılmıştı. Aradan bakan çıktı. O kadar rahatladık ki. Şimdi çok farklı bir yapı var. Cumhurbaşkanlığı'na bağlı. Hem statü hem itibarlı. Daha rahat bir ortamda çalışılıyor. Siyasetin farklı mecraları olduğu için bu sıkıntı her zaman yaşanır. Bu bizim Osmanlı, Cumhuriyet'ten geleneğimizden kaynaklanan bir şeydir. Diyanet İşleri Başkanlığı önemli hizmetlere imza atmış bir kurumdur. İslam ülkeleri içinde bir benzeri yoktur. Türki Cumhuriyetler bize gelip 'aman bize de kurun' dediler. Biz de dedik ki 'Siz kendinize göre bu modeli uygun bir şekilde oluşturun' dedik.

İslam dünyası içinde Türkiye'nin çok farklı bir konumu vardır. Türkiye'nin hem güvenlik, hem ekonomik açıdan farklı bir konumdur. Bunlar Cumhuriyetin kazanımlarıdır. Elbette sıkıntısız kurum olmaz. Ama oturmuş bir sistemimiz var. Türkiye diğer İslam ülkelerinden önemli farklılıklar koyar.

ERSOY: Mısır'da bir anınız var. Kitapta okurken hayrete düştüm. Sonuçta İslam'ın doğduğu topraklar. Arap coğrafyası olarak bilinir. Anlatır mısınız?

YAZICIOĞLU: Hac ve Evkaf Bakanlarının toplantısı. Türkiye'de yok. Allah selamet versin ilgili bakan Kazım Oskay'dı. Dedi ki 'Hocam benim adıma siz gidin' dedi. Bakan gibi gittik, toplantılar yaptık. Hac da vardı başka konular da vardı. Son akşam bir yetkili heyet başkanlarına bir şey dedi. Bize de gelip davet yaptı. Oturduk Afrika'dan gelen sarıklı-kavuklu dini sembollerle oturan kişiler vardı. Bir müzik çalmaya başladı. Bir müddet sonra afedersiniz dansöz fırladı ortaya. Ne yapacağımı şaşırdım. Kalktım, çıktım. Genellikle bizi laiklikle algılarlardı. Böyle bir toplantıda böyle bir şey olmaz. İslam dünyasında liderlerin halklarıyla hiçbir ilişkileri yoktur. Arap Baharı bir dalga vurdu, sadece Tunus'ta olumlu izlenim bıraktı. Libya parçalandı. Mısır darbeyle birlikte başa döndü. İç savaşlar hala devam ediyor. Suudi Arabistan havuç-sopa siyaseti yapıyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri işi gücü bırakıp Türkiye ile uğraşıyorlar. Nereye varacak göreceğiz.

Biz insanların önünü açmalıyız. Herkes kendi anlayışını doğru olarak ortaya koyuyor. Karmaşanın içine giriyoruz. İnsanlar bunalıyor. Usülü dairesince söylenirse bir problem yok. Hakikat tekelciliği yapılırsa kavga çıkıyor. Korona ile ilgili anlatanlara bakın önce eldiven öyleydi vs. Önce bir görüş ortaya konuyor, sonra iş başka şeye dönüşüyor, çok normal bunlar. İki ekonomist getirin farklı telden çalar. Ama ikisi de aynı yere varmak ister. Genç arkadaşlar var yeni ilahiyat fakültelerinde. Çoğu zaman bunlar baskı altında tutuluyor. Alışılmışın dışına bir şey söylendiğinde isim verilerek afişe ediliyor.

ERSOY: Kim yapıyor?

YAZICIOĞLU: Başka başka kişiler. Bir kesim aslı astarı olmayan şeylerle insanı tiftikleyip iskeletini çıkarıyorlar. Biz nasıl bilgi üreteceğiz. Üretmeye kalkanın kafasına değişik hakaretlerle vs. Bunlar da kul hakkına girer, iftiradır. Sen kendi düşünceni ortaya koyarsın, başkası da başka yorum getirmiştir. O da saygındır, seninki de saygındır.

ERSOY: Kutuplaşmadan söz edelim. Ötekileştirme, kutuplaştırma sorunumuz olduğunu düşünür müsünüz?

"BİZDE ELEŞTİRİ İLE HAKARET KARIŞTIRILABİLİYOR"

YAZICIOĞLU: Bu da sıkıntılı konumuzdur. Bir kutuplaşma yaşıyoruz biz. Bir kesim bir tarafta bir kesim bir tarafta. Siyasetin kendine göre mecrası var. Zaman zaman kırıcı olabiliyor. Meclis'te zaman zaman gergin ortamlar olur. Fakat bir müddet sonra o gerginliği oluşturanlar kuliste beraber çay içiyor. Siyasetin doğasında bu itişip kakışmak var. Eleştiri önemlidir. Eleştiriden kaçınmamak lazım. İki türlü faydası vardır. Bir kişi sizi eleştirdi diyelim. Bu kişisel veya kurumsal alanda da olabilir. Döner bakarsanız, dışarıdan demek ki böyle görünüyor. Ölçer, tartarız. Kişisel eleştiri ise kendimi düzeltmeye çalışırım, kurumla ilgisi düzenleme yapmaya çalışırım. Yanlış bilgiye dayalı eleştiri ise adamı bilgilendiririm. Bizde eleştiri ile hakaret karıştırılır bazen. O zaman ipler kopuyor tabii.

ERSOY: Hesap verme, hesap sorma...

YAZICIOĞLU: Bizde olmayan işlerden bir tanesi de odur. Ben bütün görevlerden ayrılırken hazırladığım raporu bağlı olduğum kişiye vermişimdir. 'Şunları yaptım, şunları yapamadım, bu kurumun geleceği ile şöyle bir şeyim var' diye. Benden sonra gelecek olan kişi okusun, baksın diye. Bizde yeni gelen kişi, eskiye çarpı çeker ve sıfırdan başlar, belki biraz mübalağa ediyorum. Tabii ki sen kendi rengini, tonunu katacaksın ona ama yapılanları görmezden gelemezsin. Bizde kurumsallaşma çok zayıftır. Kurumsal gücümüz çok yoktur. Hem yeni gelen kişi bir rapor almış olur, ikincisi kendisi de görevden ayrılırken böyle bir rapor verme zorunluluğunda ise ona göre çalışır. Ben bunun olması gerektiğine inanıyorum. Devlet bir kişiye bir makamı emanet etti. Sonra yerine başkasını getirdi. Peki orada ne oldu? Bir muhasebe lazım. Bizde ne hesap verme ne de hesap sorma vardır.

ERSOY: Mesele sadece yorumlamak mı, ya da yanlış yorumlamak mı? Rahmetli Özal sizin Diyanet İşleri Başkanı olmanız konusunda neden bu kadar ısrarlı davrandı? YÖK üyeliğiniz var. Kemal Gürüz'le iki sene çalıştınız? 28 Şubat süreci.

YAZICIOĞLU: Bir başkan aranıyordu. O zaman Mehmet Keçeciler etkin siyasetçiydi. ANAVATAN döneminde. Kendisiyle yakın hukukum vardı. Diyanet İşleri Başkanı arıyorlarmış. 'Bize bir başkan lazım' dedi. Ben de hocalarımdan isimler götürüyorum. Zannediyorum rahmetli Özal demiş ki, bu isimleri kim öneriyor. Beni söylemişler. 'Niye onu getirmiyorsunuz' demiş.

ERSOY: Bir çizginiz var. O çizginizi rahmetli Özal biliyor.

YAZICIOĞLU: Profesörlüğüme bir yıl kalmıştı. Rahmetli ağabeyim çok daha popülerdi. Onun etkisi olmuş olabilir.

ERSOY: Bu kitabı niye yazdınız?

YAZICIOĞLU: Yaptığım her görevden sonra bağlı olduğum kurumun başına rapor sundum. Din devlet işleriyle çok kafa yordum. Masanın o tarafında oturdum, zaman geldi bu tarafına oturdum. Bunları bir yere bağlayayım dedim. Bana dediler ki, sonuna siyaset koy, o şekilde ortaya çık. Şimdi işler bitmiş gibi görünüyor. Milletime rapor vereyim diye düşündüm. Diyanet'in 4,5 yıllık bir kesiti vardır. Keşke her başkan sorumluluk döneminde kesiti yazsaydı, ne büyük bir hazineye sahip olurduk. Benden önce Tayyar Bey yazdı.

ERSOY: Neden isim Yanyana, Karşı Karşıya?

YAZICIOĞLU: Editör ben bu kitaptan bu ismi çıkardım dedi. Ben de tamam dedim.

ERSOY: Sayın Yazıcıoğlu devlet adamı mıdır, siyasetçi midir. Devlet adamlığınız sanki biraz ön plana çıkmış gibi hissettim.

"DİYANET'TE HUTBE EN SIKINTILI İŞLERDEN BİRİDİR!

YAZICIOĞLU: Böyle görevin altına girmek kolay bir şey değil. Daha sonra akademik hayatıma devam ettim. Ondan sonra siyaset. Siyaset bambaşka bir mecra, okuldu. Hayıflandığım bir şey vardır. Akademiden uzaklaşıyor insan. Benim fakültede asistan olan bıraktığım arkadaşlar şimdi alanlarında fevkalade pırıl pırıl profesör arkadaşlarım. Akademik alanda beni fersah fersah geçmişlerdir. Bununla iftihar ederim ama hayıflanmışımdır. Bu kitabı bitirdikten sonra İstanbul'a geçmek sözkonusu oldu. Nazım Ekren arkadaşımız çok ısrar etti.

ERSOY: En zor hangisini yapmak? Diyanet Reisliği, Bakanlık, siyasetçilik, akademisyenlik?

YAZICIOĞLU: Diyanet'i farklı yaptım. Zaman zaman 'Bir şey çıksa da bırakıp gitsem' diye düşünmüşümdür. İşimize dört elle sarıldık tabii. En sıkıntılı dönemim orasıdır. Daha doğrusu bir bakan değişikliği yaşadık, orada bazı sıkıntılar ortaya çıktı. Uyumlu çalışamadık. Direk Başbakan'a bağlanınca çok rahat çalıştık. Diyanet'te hutbe işi en sıkıntılı işlerden biridir. Haftalar vardır mesela. Her hafta bir hutbe yapılır. Kamuoyunda inanılmaz bir tepki. Bunun üzerine haftaları kaldırdık. O zamanın Maliye Bakanı rahmetli bir isim aradı bizi. 'Hocam vergi haftası geliyor bize bir hutbe' dedi. Biz de kaldırdık dedim. Böyle hutbe kamuoyunda antipatik karşılanıyor. Ama ikna edememiştim. Din görevlisi iyi yetişmiş kimse olmalıdır. Toplum sosyolojisini iyi bilmelidir. Hutbesini toplumu gözem sonucu çıkıp toplumuna vermesidir. Kısa, öz ama insanların kafasında kalan bir mesaj vermesi lazımdır.

ERSOY: Torununuzu kucağınıza alsanız. Memleketin durumunu, İslam dünyasının durumunu, İslam dünyasının hali pür melalini düşünerek ona üç şey söylemek isteseydiniz ne derdiniz?

YAZICIOĞLU: Ne iş yapıyorsan o işin hakkını ver. Adaletli ol, herkese karşı adil ol, merhametli ol, şefkatli ol ve ahlâklı ol derim. Çünkü biz işin ahlâk yolunu öteledik biraz. Her iş gidip ahlâka dayanıyor. Ahlâki nitelikte yüksek bir toplum muyuz değil miyiz içerisinden zor çıkarız, tartışılır bir konudur. Başkalarına yardımın dokunacak. Kötülük yapmayacaksın kimseye. Müslümanın tarifi o değil mi zaten?

Diyanet Duyurular Sayfamız için TIKLAYINIZ

 

Diyanetliler Platformu  Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ

Dini Haberler Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ

Kaynak:Ajanslar


  • 1
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN
Kur'an-ı Kerim'i Güzel Okuma Yarışması hakkında merak edilenlerÖnceki Haber

Kur'an-ı Kerim'i Güzel Okuma Yarışması h...

DERHAL İPTAL EDİLMELİ!Sonraki Haber

DERHAL İPTAL EDİLMELİ!

Haber Yorumları

  • Ahmet YAHYA19-05-2020 02:45

    Hocam,kûşe-i rahatı terk edin.Bekliyoruz. Konuşun yazın.Ümmeti uyarın vesselam

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!