İlmiyenin Doruklarında Bir Âlim Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
İlmiyenin Doruklarında Bir Âlim Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır
Müslümanların son büyük imparatorluğu olan Osmanlı Devleti sona ererken kendinden sonraki fetret/ashab-ı kehf dönemi için gerisinde Muhammed Hamdi Yazır merhum gibi İslam medeniyetinin sulayıp yetiştirdiği büyük kıymetler bırakmıştır. Her dönemin bir âlim prototipinin varlığından bahsedebiliriz. Bizim kanaatimize göre, bugün bu prototip Elmalılı Hamdi’dir. Zira hem bizim geleneğimizi iyi hem de Batıyı iyi bilmektedir. Abdulkadir Macit yazdı.

Müslümanların son büyük imparatorluğu olan Osmanlı Devleti sona ererken kendinden sonraki fetret/ashab-ı kehf dönemi için gerisinde Muhammed Hamdi Yazır merhum gibi İslam medeniyetinin sulayıp yetiştirdiği büyük kıymetler bırakmıştır. Elmalılı’nın kıymeti, yaşadığı zaman dilimiyle kıyaslandığında daha da artmaktadır. Zira Hamdi Yazır, Batı karşısında 19. ve 20. asırda karşı karşıya aldı işgal, kurumsal modernizayon/ Batılılaşma ve ideolojik tahripler sebebiyle İslam medeniyetinin varlık yokluk mücadelesinde girdiği buhran döneminde yaşamıştır.

Bir yanda parıltısı gözlerden, gönüllerden silinmeyen bir mazi, diğer yanda ise, ne şekil alacağı kestirilemeyen bunalımlarla dolu bir istikbâl... İşte Hamdi Efendi, bu buhranlı döneminde ne mazinin muhafazakar bir eda ile sürdürülmesi ne de istikabilin/yeninin sorgulanmaksızın taklidine düşmeksizin “Terakki mazideki kıymetlerden istiğna değil, onları tadilat ve keşfiyat-ı cedide ile daha mütekamil kıymetlere iblağ etmektir; tabir-i aharla servet-i eslafa servet-i ahlafı zammeylemektir.” diyerek bir başka şanlı istikbâlin müjdesini vermiş, döneminde milletimizi şoka uğramaktan kurtaran büyük zâtlardan birisi olmuştur.

Mutedil tutum

Vahdettin Işık, İslamcı Dergiler Projesi’nde kaleme aldığı makalesinde İslam geleneğinde iki ana tutumdan bahsetmektedir. Birincisi; Medine örfünü esas alan “ameli ve nakli gelenek”tir. Diğer deyişle bu gelenek Ehlü’l-Hadis olarak isimlendirilmiştir. İkincisi ise; farklı kültürler ile karşılaşmanın Müslümanları yüz yüze getirdiği soru(n)ların üstesinden gelebilmelerinin tabii gereklerini yerine getirmek üzere hareket eden ve bu nevi İslam’ın yaşadığı çağın idrakine sunmaya çalışan “akli-nazari yaklaşım”dır. Bu yaklaşım da Ehlü’r-Rey olarak nitelendirilmiştir.

Günümüzde birincisi gelenekçilik; ikincisi ise İslamcılık/ Islahatçılık olarak isimlendirilmiştir. İlki, “tahrif”ten çekinerek İslami bir tecrübeye sadık kalmayı, ikincisi ise “İslam’ın ilk ruhu”na sadık kalarak “yeniden” ve “sürekli bir ihya”yı gerçekleştirmeyi öncelemektedir. Yani “mukteza-yı hâle göre içtihad etmek” derdindedir. Bu ikisi arasında birbirine sapma olarak bakmaktan ve sanki birisi diğerinin ayırt edici özelliğine sahip değilmiş gibi bir yaklaşımdan ziyade gerçekliği ıskalamamak gerekmektedir. Diğer taraftan 19. ve 20. yy.daki bazı Müslümanların “eski” olanı koruma noktasındaki “ısrar”ı ile, diğer bazı Müslümanların ise “eski” olanın unsurlarının meratibinde, dilini yenilemede gösterdiği “ısrar”ı yeniden değerlendirmemiz gerekmektedir.

İşte Işık’ın ifade ettiği iki gelenek arasında asrımızda mutedil tutumu temsil etmesi itibariyle Elmalılı çok kıymetli bir noktada durmaktadır. Zira o, sadece yaşadığı dönemde değil aynı zamanda bu yeni dönemde de hem kendi medeniyet değerlerinin idrakinde hem de yeni olan Batı’nın farkında olarak bu ikisini mezcetmekten bahsetmesi itibariyledikkate şayandır. Yine ona göre; İslam’ın yeni olanla sorunu yoktur ancak yeni olanın mahiyeti ile sorunu vardır. Dolayısıyla modernizmin mahiyetinde sorun olduğu için sorunların iyi tespit edilmesini ve servet-i eslafa servet-i ahlafı zammeylemektir diyerek yaklaşmak gerektiğini savunmuştur.

Bütün bu ifadelerden hareketle her dönemin bir âlim prototipinin varlığından bahsedebiliriz. Bizim kanaatimize göre, bugün bu prototip Elmalılı Hamdi’dir. Zira hem bizim geleneğimizi iyi bilmekte hem de Batıyı iyi bilmektedir. Bilindiği üzere modern dönemde âlimin karşısında konumlanan aydın ile âlim ayrıdır, ancak Elmalılı, son dönem aydın-âlim tipolojinin bugün bize lazım olan prototipidir.

Arayışlar Çağı’nın prototip âlimi

Osmanlı’nın 1870’li yıllarında İttihad-ı İslam adı altında hâkim siyasi düşüncesi vardır. Elmalılı Hamdi Efendi’nin de mensubu olduğu bu düşünce/hareket daha sonra Sırat-ı MüstakimSebilürreşadBeyanu’l-Hakİslam MecmuasıVolkan gibi dergilerde bir araya gelen Mustafa Sabri EfendiSaid Hâlim PaşaŞehbenderzâde Ahmed HilmiŞeyhülislam Musa KazımBabanzade Ahmed NaimMehmet AkifSaid NursiAksekili Ahmed Hamdi gibi isimler etrafında başlatılıp geliştirilmiştir. Bu isimlerinbüyük bölümü Milli Mücadele’ye destek verdikleri halde Hilafetin İlgası, Şeriye ve Evkaf Nezareti’nin Diyanet’e tebdili ve Tevhid-i Tedrisat gibi laikçi devrimlerle beraber Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni ideolojisinin yerleşmesi sonrasında farklı tutum ve tavır geliştirmişlerdir. Devrin birçok İslâmcı düşünürü kendi birikimine, meşrebine göre farklı bir muhalefet yöntemi geliştirmiştir. Bu dönemde herkes mevcut durumda en yararlı olacağını düşündüğü yöntemi uygulamıştır. Örneğin, Said Nursi aktif bir yol tutarak iman mücadelesine girişmiş, eserler yazmış ve hapishane hapishane, şehir şehir sürgünlerde hayat sürmüştür. Mustafa Sabri Efendi yurt dışında gazete çıkarmış, yeni rejime sert eleştiriler yöneltmiştir. Âkif, zorunlu olarak susmak ve uzaklaşmak zorunda kalmıştır.

Elmalılı Hamdi Yazır’ın tavrı ise Osmanlı saltanatının ilga edilmesinden sonra yeni kurulan devlette görev almamak, yaşanılan değişimlerden hareketle kendini evine mahkûm etmek ve Kur’an tefsiriyle uğraşmak olmuştur. Sadece namaz için evinden çıkmış, kendini toplumdan koparmıştır. Ana kaynağın ümmet düşüncesini, İslâm kardeşliği algısını koruyacağını düşünmüştür. Rasim Özdenören’in Gül Yetiştiren Adam’ındaki sembol isim aslında Elmalı’dır. Esasında dev bir âlimdir. 6 ayda Fransızcayı öğreniyor ve Fransızcadan tercüme yapıyor. Bu bağlamda Metalip Mezahip tercümesi harikadır. Ayrıca Makale-i Mühimmeİslam Medeniyet-i Cedide ile Birleşmesiİslam Mani-i Terakki Değildir ve Metalib ve Mezahip eserinin dibace ve mukaddimesi defalarca üzerinde durmayı gerektiren eserlerdir.

Mehmet Ali Büyükkara’ya göre, 1925-50 arasında bu insanlar fikri mesailerini daha çok İslam’ın iman, ibadet, ahlak konularına harcamışlardır. Mevcut sistem içinde dini kimliğin korunup geliştirilmesine, maddi ve manevi kalkınmanın birlikte geliştirilmesine katkıda bulunmaya çalışmışlar ancak alternatif siyaset ideolojisi ve projesi üretimi peşinde ol(a)mamışlardır.

“İlmiye sınıfının nâsiye-i pâki, medâr-ı iftiharıdır”

Hamdi Yazır milletvekili ve sonrasında bakan olmak suretiyle bir müddet siyasi hayata atılmış ise de hiçbir zaman siyasi akımlara kapılarak ilim sahasından uzaklaşmamıştır. Elmalılı Hamdi Yazır’ın asıl mesleği, isteyerek yaptığı işi hocalıktır. Mebusluk yaptığı sırada kendisine verilen görevi en iyi şekilde yapmaya çalışmış ancak politikada kalmayı düşünmemiştir. O, okumayı, öğrenmeyi sevdiği kadar; okutmayı, öğretmeyi de sevmekte, ders vermekten, öğrencinin öğrendiğini görmekten mutluluk duymaktadır. O kadar ki “Allah onu hocalık için yaratmış” dense yeridir. Hocalık mesleğini mebusluk sırasında ve sonrasında da devam ettirmesi bu özelliğinin en açık kanıtıdır. Bu yüzdende, Meclis’te takdim töreni yapılırken kendisi için “İlmiye sınıfının nâsiye-i pâki, medâr-ı iftiharıdır”ifadesi bu vasfa layık olduğunu teyit etmiştir.

Çünkü, M. Hamdi Yazır her şeyden evvel büyük bir müfessirdi. Deha çapında bir zekaya sahip olmanın yanında, kendisinde, güzel sanatlardan şiire, dini musikiye ve hüsn-ü hatta karşı da büyük bir kabiliyet ve meyil vardır. Nitekim Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere üç lisanda söylenmiş şiirleri, manzumeleri mevcuttur. Diğer yandan, Sâmi ve Bakkal Efendilerden sülûs, nesih; ayrıca Sâmi Efendi’den ta’lik meşkeden Hamdi Efendi’nin nefis levhaları, hüsn-ü hattaki kudretinin canlı delilleridir. Bir şey okunduğunda hangi makamdan okuduğunu bilmediğini ifade etmesine rağmen, güzel sesle okuduğu Kur’an ayetleri, dinleyenlerin ruhlarını latif duygular içinde bırakıp ruhâni neşvelere garketmiştir.

Elmalılı, medresenin yetiştirdiği son değerlerden birisi olarak engin bir birikime sahip, çok yönlü bir âlimdir. Tefsir, Kelam, Usûl, Fıkıh, Felsefe ve Mantık dallarında dirayetini eserleriyle ortaya koymuş olan M. Hamdi Yazır, o günkü neslin değil, daha önceki nesillerin dahi anlamakta aciz olduğu eserleri kaleme almış ve bu eserlerden öğrenilmeye ve öğretilmeye değer bilgileri toplayıp hülasa ederek ve asrın idrakine temas eden kendi düşüncesiyle mezcetmek suretiyle günün insanına sunmuştur. Bütün bir İslami kültürü derin bir vukufla Türkçe olarak aktarması bile onu takdir etmek için yeterli bir sebeptir.

Merhum Mahir İz, hatıratında Mehmed Akif Ersoy’un Elmalılı’nın ilmi ve şahsiyeti hakkındaki kanaati ile ilgili şunları yazmaktadır: “Akif Bey’in, Hamdi Efendi’nin ilmine itimadı vardı. Ben bir kere, Ankara’da iken, ulemamız hakkında fikrini sorduğumda bana; “Hamdi ve Naim, bunlar sikâdandır. Ne derlerse öyledir, sözleri senet teşkil eder” demişti.

Hak Dini Kur’an Dili

Elmalılı Hamdi Yazır’ın büyüklüğünün bir alâmeti de içinde yaşadığımız 21. yüzyılda kıymetli tefsirinin halen aşılamamış olması ve aynı zamanda birden fazla sadeleştirilmiş halinin ilim âlemine sunulmasıdır.Elmalılı denilince hemen akla onun âlim kişiliği ve özellikle de “Hak Dini Kur’an Dili” adlı tefsiri gelir. Malum olduğu üzere Cumhuriyetten sonra modernleşme sürecinde medreseler kapatılır; okullarda Arapça dersi kaldırılır. Artık Kur'ân-ı Kerîm'i anlayıp anlatacak bir nesil bu okullardan yetişmeyecektir. Öte yandan yanlışlarla dolu Kur'ân tercümeleri piyasaya çıkmaya başlar.

Bu sıkıntıların önüne geçmek niyetiyle dini gayret ve hamiyet sahibi Kastamonu Mebusu Mahir Bey, Denizli Mebusu Mazhar Müfid Bey gibi zatların teklifi ve Diyanet Müşâvere Heyeti âzâsı Aksekili Ahmed Hamdi Bey’in gayreti ile Türkçe bir tefsîr ve meal hazırlatma kararı Büyük Millet Meclisi’nden çıkarılır. Bu iş için on iki bin lira tahsîsat ayrılır. Ahmed Hamdi Efendi'nin ısrarları ile M. Hamdi tefsîri, M. Akif de meâli hazırlamayı kabul eder. Mehmet Akif bir süre sonra Mısır’a gider. Yaptığı tercümeleri oradan M. Hamdi Yazır’a gönderir.

O sıralarda Türkiye’de Kur’ân-ı Kerim yerine Türkçe tercümeleri ikâme etme fırtınası esmeye başlamıştır. Bu işin ilgilileri, diğer tercümelerin tutmadığını görünce, Akif’in tercümesini devreye sokmak isterler. Bu duruma muttali olan Mehmet Akif, gönderdiği tercümeleri de düzeltme bahanesi ile geri ister. Sonuçta aldığı avansı iade edip mukâveleyi fesheder. Mehmet Akif’in bu görevden çekilmesi üzerine, hem tercüme hem tefsir yazma işi M. Hamdi Yazır’ın uhdesinde kalmıştır. Elmalılı, 1926 yılında başladığı tefsir çalışmasını 1938 yılında tamamlar. Malum olduğu üzere bu eser, 1935-1939 yılları arasında 9 cilt olarak 10.000 adet basılmış ve dağıtılmıştır.

 

Abdulkadir Macit

Anahtar Kelimeler:
  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN
Diyanet, İslam ülkeleri büyükelçilerini iftar sofrasında buluşturduÖnceki Haber

Diyanet, İslam ülkeleri büyükelçilerini...

Ayyıldıza Gönül Verenler GönüllendiSonraki Haber

Ayyıldıza Gönül Verenler Gönüllendi

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!