A.Raif ÖZTÜRK

A.Raif ÖZTÜRK

Mail: araifozturk@hotmail.com

Kanayan Kudüs, Filistin, Ortadoğu ve Türkiye’nin ÂKIBETİ

Bugün çok çok önemli bir konuyu, birlikte mütalâaya ve özetlemeye çalışacağız.  

Tarih boyunca birçok peygamberlere ev sahipliği yapmış olan bu yazı başlığındaki bölgelere, fıtrî zenginlikleri ve coğrafi güzellikleri nedeniyle diğer tüm ülkeler ağız şapırdatarak göz dike gelmişleridir. Bu sebeplerledir ki en çok savaşlara, gasplara ve kan dökülmelere sahne olan bir bölgedir Ortadoğu.  

Köşe yazısı sınırlarının kısıtlı olması nedeniyle, biz sadece yakın tarihimize kısaca bakarak, Filistin ve Kudüs üzerinde oynanan sinsi planları hatırlayıp, kendi ülkemiz adına ibret ve tedbir almak için, neler yapılabileceğini mütâlâa edeceğiz. Önce tarihî belgelere bakalım: 

16 Mayıs 1916: Sykes-Picot Antlaşması. Birinci Dünya Savaşı sonrası Britanya, Fransa ve Rusya arasında imzalanan bu gizli anlaşma, Ortadoğu’da nüfuz alanlarının paylaşılmasını öngörüyordu. Bu anlaşmanın Filistin’e ilişkin maddesinde Rusya ile bir istişarede bulunularak bu bölgede uluslararası bir yönetim kurulmasından bahsediliyordu. 

2 Kasım 1917: Balfour Deklarasyonu. Britanya Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, 2 Kasım 1917’de Siyonist hareketin lideri Lord Rothschild’e bir mektup göndererek, Filistin topraklarında bir “Musevi devleti” kurulmasına ilişkin Britanya hükümetinin destek vereceğini belirtti. Böylelikle günümüz İsrail’inin Gazze Şeridi, Ürdün ve Batı Şeria’yı kapsayan sınırları çizildi. 

1929-1939: Bu dönemde, Avrupa’daki faşizmin şiddetlenmesi ile birlikte yaklaşık 250.000 Yahudi Filistin’e göç etti. 

  • İşte Ortadoğu’da ve Filistin’de, zalim ve sinsi İsrail’in temelinin atılması için kırılma noktası, bu 10 senelik dönemdi. Eğer Filistinliler bugünkü gibi bilinçli, tecrübeli ve ferasetli olsalardı, o dönemde Yahudilere asla bir karış toprak satmazlardı...  

Elbette o yıllarda onlara da “SAKIN H” diyerek, zengin Yahudiler tarafından bu bol keseden değer biçilip ödeme yapılan topraklarının satılması halinde, ileride Yahudilerin çoğunluk elde edeceklerini ve kendilerini istilâ edeceklerini uyaran ferasetli âlimler vardı.  

Ancak bugün bizde olduğu gibi; “SAKIN HÂ BÖLÜNMEYİN, İKTİDARINIZI DAHA GÜÇLÜ HALE GETİRİN. YOKSA TÜM ŞER GÜÇLER ÜLKENİZİ İSTİLÂ ETMEK İÇİN TUZAK KURDULAR” ikazlarına, şahsî menfaatleri ve muhalefetin sinsice, bol keseden atılan ve asla uygulamayacakları vaatlerine tav olan gafiller gibileri, o gün de gafiller çoğunluktaydı.  

Filistin’liler de yöneticiler de o yıllarda yapılan bu ‘ballı vaatler tuzağına’ düştüler ve aslî değerinden 3-5 kat fazla değerine tav olup, güzelim topraklarını Yahudilere sattılar.  

İlk etapta yerleşen o 250 000 Yahudi, akıl hocalarından aldıkları talimatlar gereği olarak, sinsice dürüst ve uyumlu gözükerek, diğer Yahudilerin de sürekli toprak satın almaları ve Filistin’e yerleşmeleri sağlandı. Arap âlemi ise maalesef bugünkü gibi derin gaflette!... 

Haritada gördüğünüz YEŞİL yerler Filistin’lilere ait, açık renkli yerler ise Yahudilere aittir. (1. Harita; 1944, 2. 1947, 3. 1967, 4. 2000) 80 Seneden beri sürdürülen o sinsi tuzaklar neticesinde, Filistin toprakları 2000 yılında “devede kulak” misali kalmışken, artık uyanışın ne faydası var ki?...  

“Bugünkü mücadele gereksiz” demiyoruz, elbette ölesiye mücadele verilecek. Ancak feraset sahibi âlimlerin uyarılarına 1920’li ve 1940’lı yıllarda kulak verilmediği için, nasıl bir kuşatılmışlığa ve sefalete düşüldüğünü apaçık göstermek ve ülkemiz adına da ibret ve tedbir almak için o vahâmeti gözler önüne sermeye çalışıyoruz.  

Tâ ki “bizler bugünkü ikazlara kulak verelim ve o sinsi tuzaklara düşmeyelim”, diyoruz.  

Filistin’e uygulanan ve maalesef o günkü ferasetli ikazlara uyulmadığı için, Filistinlilerin bu günlerini tam bir felâkete çeviren o sinsi tuzak, bugün maalesef güzel ülkemiz Türkiye’mizin üstüne kurulmaya çalışılıyor. O günkü tuzak; haddinden fazla çok yüksek değerler verilerek, toprak satın almak suretiyle işgâl hareketiydi. 

Bugünkü tuzak ise; rekabetten ve kıskançlıktan dolayı gözü dönmüş olan muhalefete;  haddinden fazla çok yüksek değerde VAATLER verdirilerek, halkı yanıltıp, OY satın almak suretiyle işgâl hareketidir.  

  • Nasıl mı? Hemen arz edeyim ki hiçbir tereddüt kalmasın: 

1923 Lozan antlaşmasında, 100 seneliğine gasp edilmiş olan tabii zenginliklerle dolu Kuzey Irak (Musul-Kerkük) topraklarımızı, batı Trakya topraklarımızı, Boğazlar ve diğer haklarımızı şu ŞER devletler, 2023’te bize İADE etmek istemiyorlar. İade etmemek için de en büyük engeli, bugünkü güçlü iktidarı ve Recep Tayyip Erdoğan’ı görüyorlar. Hatta daha da güçlenmesinden çok korkuyorlar. Onun için PANİK halindeler. 

Bu nedenlerle de Erdoğan’a oy verilip başkan yapılsa da mecliste zayıf ve güçsüz düşürmeye çalışıyorlar. Bunun için de hem demagojilerle, hem yalan ve iftiralarla, hem de çeşitli sebeplerle küsmüş olan seçmeni tahrik ederek, birbirileriyle tamamen zıt zihniyette, gizli proje ve çelişken muhalefete yönlendirmeye çalışıyorlar.  

Şimdi ÇOK NET SÖYLÜYORUM: Eğer buna muvaffak olurlarsa, bizim istikbalimiz Filistin’den ve Suriye’den çok daha beter olacaktır. (Allah cc bizlere feraset vererek, muhafaza eylesin.) 

Çünkü; hiç olmazsa onların arkasında “VAN MİNUT” diye direten bir Türkiye vardı. Bizim arkamızda ise bizi savunacak ve bağrına basacak tek bir ülke bile YOK…  

Bu nedenlerle 24 Haziran’da oy verirken, şahsî menfaat ve çıkarlarımızı değil, NAMUS meselesi olan güzel ülkemizi, bu sinsi tuzaklardan kurtarılmasını ön plânda tutmak zorundayız. Filistin ve Suriye gibi perişan hale düştükten sonraki son pişmanlıklar, hiçbir fayda vermeyecektir. Hatta o gün çektiklerimiz, bizleri vebalden de kurtaramayacaktır.  

Bizler şehit olsak bile, geride kalan çocuklarımızın acımasızca öldürülmelerini, hanımlarımızın ve kızlarımızın tüm şer güçlerin askerlerine peşkeş çekilmelerini, perişaniyetlerini ve mukaddeslerimizin yerle bir edilmelerini düşününüz.  

  • Sadece ferasetli ve akl-ı selim düşünüp, çok daha güçlü bir iktidar çıkarılırsa, istikbalimiz apaçık, berrak, aydınlık ve güvende olacaktır, inşallah. Vesselâm… 

Facebook Yorum

Yorum Yazın