Memleketin imanı gidiyordu!

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Memleketin imanı gidiyordu!
Son günlerde gündemi sarsan açıklamalar yapan Cübbeli'ye en güzel cevap Yeni Şafak köşe yazarı Ersin Çelik'ten geldi....

Merhum Ali Ulvi Kurucu’nun Türkiye’nin en çileli yıllarına ışık tutan ve beş ciltle nihayete eren hatıratını okurken beni sarsan iki bölüm olmuştu. Birincisi Medine-i Münevvere yolculuğu için ayrıldıkları Konya’da ilk durakları olan İstanbul’da kapısına kilit vurulmuş Ayasofya ile karşılaştıkları an diğeri de aşağıda alıntıladığım Merhum Celalettin Ökten Hoca’nın ilk imam hatip mektebinin açılması için çıktığı yolu, çektiği çileyi aktardığı sayfalardır… Belki 20 defa okumuşumdur ve çevremde onlarca kişiye de okutmuşumdur. Bugünlerde bir şekilde yeniden gündeme gelen İmam Hatip okulları üzerine söylenecek söz bence bu hatırattır.

Daha fazla uzatmadan, Ali Ulvi Kurucu’nun hatıratının ikinci cildinden, -sadeleştirerek- sözü Celalettin Ökten Hoca’ya bırakıyorum:

“Memleketimizde 1940’lı yıllarda, halkın ağzında dolaşan bir söz vardı: “Cenazelerimizi yıkayacak imam kalmayacak!” Bu söylentide doğruluk payı vardı. Bazı köylerde imam olmadığı ve ölenlerin yıkanıp gömülmesi için yakın köylerden imam gelmesinin beklendiği bilinen bir şeydi. Zaman geçtikçe, bu halin daha kötüleşeceği de belli idi…

Hâlbuki asıl tehlike bu değildi… Cenazenin üzerine bir teneke su atarsın yahut bir havuza, bir göle batırırsın yıkarsın… Avam: “Cenazemizi yıkayacak hoca kalmadı.” der; hocalığı, cenaze namazından ibaret bilir…

Fakat asıl tehlike şu idi ki: Milletin imanını yıkayacak, ruhunu yıkayacak, aklını yıkayacak hoca kalmamıştı; kalmayacaktı… Memleketin imanını yıkayan, koruyan, Mustafa Sabri Efendiler, Hamdi Efendiler, Naim Beyler, Akif Beyler, Ferid Beyler, İzmirli İsmail Hakkı Beyler gitmişti…

Memleketin imanı gidiyordu. Memleket, sade cehaletin değil, küfrün istilâsına giriyor; küfrün silindiri altında eziliyor, eriyordu… Ne yapıp edip, küfrün kalesinde bir delik açmak için, bir İmam Hatip Okulu’nun açılmasına arkadaşlarla karar verdik…

Elimde baston, rahatsız halimle trene bindim Ankara’ya gittim. O günün Maarif Vekili olan Tevfik İleri merhum, talebelerimden idi. Terbiyeli bir talebe idi. Beni unutmamıştı… Daha önce de onun tavassutu ile Başbakan Adnan Menderes‘in oğullarına Kur’ân-ı Kerîm okutmak, dinî bilgiler öğretmek için beni tâyin etmişlerdi. O işin de tek âmili Tevfik İleri idi. Adnan Bey’in oğullarının İstanbul’da olduğu günlerde, Hâriciye Vekili Fatin Rüştü Zorlu‘nun evine gider, çocuklara ders verirdim. Bunu herkes de bilmez.

Tevfik İleri ile daha önce konuşmuştum, “Hocam Ankara’ya gelin. Ümit ederim ki, inşâallah bu İmam Hatip kararını çıkarırız” demişti. Ankara’da bir otelde kaldım. Günler geçiyor, Tevfik İleri’nin verdiği emirler, Tâlim Terbiye Daire’sinden bir türlü çıkmıyor. Bekle bekle bir ses yok… Tevfik İleri’nin talebem olması, gelin demesi, bana güç vermişti. Fakat işin bu kadar zor olacağı, Masonların, Dönmelerin bakanı dahi dinlemeyecekleri hesapta yoktu. Bir ay uzayacağını ise hiç beklemiyordum…

Bir ay Ankara’da süründüm. Çamaşırım kalmadı. Param bitti. Akşamları, otelden aldığım çayla, odamda ekmeği çaya batırıp yemek zorunda kaldım. Artık uykularım kaçıyordu. Hatta bir gece kaşınmaya başladım. “Eyvah, bitlendim mi acaba?” diye korktum, gözlüğümü takıp bakındım… Çünkü temiz çamaşırım kalmamıştı.

Girişken bir kimse değilim. Davet eden kimse de yok. Ancak Tâlim Terbiye Kurulu’na ve Tevfik Bey’e giderim, otele dönerim. Vallahi Ali Ulvi Bey, bir ay içinde kimseye söylemedim: Oturup beklerken, bacağımın altına mendil koyuyordum. Prostatım var, kaçırıyorum. “Abdeste gideceğim” de diyemiyorum ki; “Ulan, abdestini tutamayan adamın, burada ne işi var” derler mi diye…

Nihayet bir gün, artık çok sıkıldım, rahatsızlandım… Sarı adam, gittiğimde artık yüzüme bile bakmaz olmuştu… Bastonuma dayandım: “Buradan doğru trene gideyim” diye kalktım. Yalnız Tevfik İleri Bey’e bir daha uğrayayım, hem vedâ edeyim dedim. Tevfik Bey, o kırgın halimi gördü; rengimi beğenmedi: “Hocam, siz rahatsızsınız.” “Tevfik Bey, ben gidiyorum.“ dedim…

Üzüldü, düşündü: “Hocam iyi sabretmişsiniz… Son bir çare olarak, meseleyi Adnan Bey’e açalım“ dedi. Birlikte Adnan Menderes Bey’e, başvekâlete gittik. Vaziyeti anlattık. Adnan Bey hayret etti, üzüldü. Tâlim Terbiye Dairesi’ndeki bir adamın, Bakana karşı koyduğuna şaştı: “Bu derece mi Tevfik Bey?”, “Evet, efendim, bu derecedir.”

Başbakan biraz düşündükten sonra dedi ki: “Hocam, yarın siz Tevfik Bey’e gelin; Tevfik Bey’le beraber Tâlim Terbiye’ye gidin… Ben aynı saatte baskın yapayım… Bir de bu şekilde tecrübe edelim. Belki Allah yardımcımız olur.”

Ertesi gün Adnan Bey’in dediği gibi, Tevfik Bey’le birlikte Tâlim Terbiye’ye gittik. O memurun masasında iken Başbakan geldi. Girer girmez selâm verdi. Sonra: “Tevfik Bey neredesin yahu! Ne zaman sorsam, Tâlim Terbiye’de diyorlar!.. Nedir bu?.. Allah aşkına senin Tâlim Terbiye’de bu kadar ne işin var?”

“Efendim, Celâl Ökten Hoca, benim hocamdır. Bir aydan beri buradadır.“ “Hayırdır ne işi varmış?“ Tevfik Bey, “Efendim, böyle böyle.“ diye anlattı. Adnan Bey, memura sordu: “Beyefendi bunun mahzuru nedir?“ “Efendim, bana meşguliyetimin dışında bir teklif yapılıyor. Ben böyle bir karar veremem. Böyle bir müsaadeyi benden istiyorlar. Benden çıkması lâzımmış. Binaenaleyh mevzuat böyle bir karar vermeme müsaade etmez. Vekil Bey üzerime büyük baskı yapıyor.“

“Peki, Tevfik Bey’in verdiği tâlimat kâfi gelmiyorsa; emri ben vereyim: Bu emri günün Başvekili vermiş deyin.” “Muhterem başvekilim, ben mes’ul olurum; şifahî emir beni kurtaramaz.” “O halde, lâzım olanı yazın, ben imza edeyim.” Merhum Adnan Menderes‘in bu kararlı tavrı karşısında, artık Tâlim Terbiye Dairesi Başkanlığı’nın söyleyecek sözü kalmadı.

Bizim vekâletten bir şey istediğimiz de yok… Binayı bulacağız, kirası, bakımı; idareciler, öğretmenler, hademe vs. maaşları, hepsi bize ait olacak… Tevfik Bey de sormuştu: “Hocam nereye açacaksınız? Kimler okutacak?” “Siz hele bize bir izni verin; Allah’ın lütf-u keremi ile onlar bulunur…”

O gün, benim için bayram oldu. İstanbul’dan telgraf çekip sorarlar: “Ne zaman geleceksin?“ “Geldim, geliyorum.” derken, neyse müjdeyle döndüm. O gün, muvafakat emrini alıp da Başvekâletten otele gelirken, nasıl çıldırmadım, nasıl aklımı kaybetmedim, diye hâlâ şaşarım…

Ne evlendiğim gün, ne de icazet aldığım zaman böyle sevindim. O gün bu kadar sevinmiştim! Bu dereceden fazla, bunu bastıran bir sevinci, ancak Beytullah’ı gördüğüm zaman hissettim…”

Diyanet Duyurular Sayfamız için TIKLAYINIZ

 

Diyanetliler Platformu  Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ

Dini Haberler Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ


  • 0
    SEVDİM
  • 1
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN
Cemevi açılışında Diyanet'e saldırı! 'Eline beline, diline sahip çık' diye yola koyulanlar, Diyanet'i hedef aldılar...Önceki Haber

Cemevi açılışında Diyanet'e saldırı! 'El...

Cübbeli Ahmet Hoca'dan bir açıklama daha! 'Yavrularımızın îmânının tehlikeye düştüğunu görmek bizi bî-karâr etmektedir'Sonraki Haber

Cübbeli Ahmet Hoca'dan bir açıklama daha...

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!